Yani o sözü duyunca o anımı halının altından çekip alıp yazma gereğini duymuştum. Yıllardır yazmadığım, yazmaya değer görmediğim, kısacası ''vaka-i adiyeden gördüğüm a anımı, yıllar önce yaşamış olduğum o sahneyi yazacağım. ''Deve  bayırı aşmış da olsa yazacağım. Hani halk arasında derler ya ''hem kel hem fodul!'' Veya bu durumlar için şöyle de derler hani... ''Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış!'' Ama ben yine de o meslektaşımın branşını gizlediğim gibi gerçek ismini de maskeleyerek yazacağım. Hani mertlik bizde kalsın misali... Karga ile karga olunmaz derler ya...Sanki şöyle dediğinizi duyar gibi oluyorum... ''Birader amma da uzattın, dilinin altındaki baklayı çıkar da görelim. Bizi merakta bıraktığın yeter!'' Olsun, uzatınca daha heyecanlı oluyor. O kitaptaki o düşünürün o güzel sözünü okuyunca ''tamam, bunu yazıma monte edeyim'' dedim ve bir çeşni katsın istedim. İşte o söz: ''Bir aşıkların, bir delilerin öyle hummalıdır ki beyinleri, öyle çetrefillidir ki hayalleri, makul insanın aklı ermez.''

            Gerçi benim anlatacağım Cimşitcan'ın akli melekeleri yerindeydi, ama demek ki hummalı bir beyni varmış ki yapmış olduğum o iyiliğin kıymetini bilmediği gibi beni zan altında bırakan davranış sergilemiş...Biraz sabır, sadede geliyorum... Yıllar önceydi, o zamanlar döner sermaye ödemelri şimdiki gibi banka hesaplarımıza yatmazdı. Bir haber gelirdi: ''Saymanlıkta döner sermaye ödemelri başlamış!'' Bu müjdeli(!) haberi alan bütün personel saymanlık katındaki o uzun koridorda kuyruğa girerdi. Odada bir masa olurdu; başında da saymanımız... Masanın üzerinde de tomarla paralar...Bir de isim listesi olurdu ve sayman parayı sayıp sana verdiğinde sağ elinin işaret parmağı ile listedeki imza yerini gösterirdi: ''Hocam burayı imzalayın!''  Ve parayı alıp mutlu bir şekilde polikliniğie giderdiniz... O gün de meslektaşımız Cimşitcan da benim arkamdaydı. İkimiz de paramızı alıp bahçeye yönelmiştik. Meslektaşımız omuzuma dokunuyordu... ''Bana 500 bin lira borç verir misin, bir ödemem var da...Sana önümüzdeki ay öderim!'' O zamanın para değeri ile ifade ediyorum. Açık söyleyeyim... İki buçuk milyar lira ödeme yapılmış, demek ki bunun beşte birini borç istiyor. İyi para derler ya... ''Param yok,veremem'' diyecek halim yoktu ya... Hem de hatır gönül denilen bir kavram vardır hani... Yüzümüz de ''manda derisi'' değil ya... Belki bazılarının yüzü bu tarifime uyar, ama benim yüzüm uymaz, yumuşaktır zira...

            O sözün ifade ettiği gerçeği de iyi biliyorum, ama ''veremem'' de diyemedim açıkçası... hangi söz mü? ''paran çoksa borç ver, vaktin çoksa şahit ol!'' Neyse, çıkarıp veriyordum o parayı. Ama gel gör ki her döner sermaye kuyruğunda paraları alıp cebine atıyor ve hiç oralı olmadan yürüyüp gidiyor bizimki...Utanmasa ''seni bir yerlerden gözüm ısırıyor ama'' diyecek. Ben de öyle bir mizaca sahibim ki inanın bana olan borcunu dillendirmeye utanıyorum. ''Hadi neyse, bir dahaki ay isterim'' diyorum, ama yine de isteyemiyorum. Hani ''paranla kötü olmak'' diye boşuna dememişler...

            O söz ne güzeldir...''Çok sert olma kırılırsın, çok da yumuşak olma sıkılırsın!'' Ben ise ''sıkılıyordum'' resmen...Uzatmayalım, aradan altı ay geçiyor, Cimşitcan yine hiç oralı değil... Altıncı ayda paralarımızı alınca artık isteyeyim diyorum ve odasına gidiyorum.... ''Abi hani sana borç vermiştim ya, altı ay oldu. Benim de ihtiyacım var, verir misin paramı!'' Cimşitcan oturduğu koltuktan kalkıyor ve bana ters ters bakarak ve yüzünü de ekşiterek şöyle diyordu: ''Onu ödeyeli aylar oldu, ikinci defa mı ödeyeyim yani, unutmuşsundur. Sen de cin oldun adam çarpıyorsun yani, farkında mısın! Git işine!''

            O anda onun yerine ben kızarıyorum, terliyorum. İçimden de ''bu adam bana şaka yapıyor galiba'' demeden edemiyorum. Pişkinliğin böylesine de pes doğrusu...İnat etmiştim kendi kendime, bu parayı ona yedirmeyeceğim ve kendimi enayi yerine koydurmayacağım. ''Abi şakayı bırak da borcunu öde, benim de ödemelerim var'' diyorum. O ise bozuk plak gibi aynı teraneye devam ediyor... ''Kaç sefer ödeyeceğiz, cin oldun adam çarpıyorsun! Git işine!'' Bu ''çarpıyorsun'' sözü ağırıma gidiyor. ''Acaba cin olup çarpan hangimiz'' dediğimde yüzünde tiklerin oluştuğunu görüyorum. Hani halk arasında böyleleri için şöyle derler ya... ''Adamdaki yüz değil, manda derisi!'' Bizim Cimşitcan'a da uygun bir sıfat gibi duruyor bu niteleme...Ve diretiyorum, kararlı olduğumu görüyor. Bir timsahın ağzına kaptırdığım kolumu kurtarma misali cüzdanındaki alın terimi de öylece kurtarıyorum. Cüzdanından parayı çıkarıyor ve adeta suratıma çarpar gibi koyuyor masaya...Mübarek adam sanki dilenciye para verir gibi bir davranış sergiliyor... Ve parayı alıp çıkıyorum odasından, ama aylarca söylüyor her karşılaşmamızda...''Benden ikinci defa aldın!''

            Hani bu bir karakter sınavı... Bir kişiyi tanımak için ya yolculuk yapacaksın,ya da borç para vereceksin... Yıllar sonra Cimşitcan emekli oluyor ve Yeşilşehir'e yerleştiğini duyuyorum. Gidişi bir kayıp değil benim nezdimde. O söz aklıma geliyor...''Varlığı bir değer ifade etmeyen insanın yokluğuna da üzülmeyiniz!'' Hani belki de bazı kişilerin yokluğuna sevindiğimiz de olmuştur.

            Neyse, aradan yine seneler geçiyor. Bir öğle vakti hastaneden şehire geliyorum bir işim için. Tam kaldırımda yürürken karşıdan gelen birisini görüyorum. O da ne! Cimşitcan geliyor, evet, aynısının tıpkısı! Yaklaşınca yanımdan geçtiği sırada omuzuna dokunup elimi uzatıyorum.Aaa! Bir canlı cenaze bu adam...Hiç yüzüme bile bakmıyor, tebessüm bile etmiyor. Elim havada asılı kalıyor... Resmen eşekten düşmüşe dönüyorum. Arkasından bakakalıyorum. O söz aklıma geliyor...''Tahsil cehli alır, eşeklik baki kalır!'' Bir de rahmetli dedemin sözünü hatırlıyorum... ''Eşek merhabadan ne anlar oğul!''

            Neyse, arabama atlayıp hastaneye gittiğimde odamızda onun braanşdaşı olan Erdem abiyi görüyorum. Çayını yudumlamakta... Bu olayı ona anlatıp rahatlamak istiyorum.

            ''Erdem abi çarşıdan geliyorum. Bil bakalım kime rastladım, şaşıracaksın!''

            ''Kime?''

            ''Sıkı dur, söylüyorum işte, Cimşitcan'a rastladım!''

            O da ne! Bardağını sehbaya bırakıp ayağa kalkıyor. Bir refleksi hareket bu... Kolumu tutuyor... ''Deme, yaa demek Cimşitcan'a rastladın... Saat kaçta, nerede?''

            ''Çarşıdaydım, yarım saat önce benim muayenehanenin önünde! Belli ki çok özlemişsin... Sende cep telefonu vardır, ara da görüş!''

            Eli ile kavis çiziyor. ''Telefonunu değiştirmiş adam. Vay seni dolandırıcı, vay seni üçkağıtçı! Bulmalıyım onu!''

            ''Ne oldu abi, ne dolandırıcısı!''

            ''Sorma, emekli olurken benden iki bin dolar borç almıştı, ama izini kaybettirdi adeta. Sahtekar herif!''

            ''Abi ben de borç vermiştim, ama timsahın ağzından çekip aldım zamanında! Bir de zan altında bıraktı beni paramı verirken!''

            ''Nasıl yani,ne dedi?''

            ''Öderken demez mi sen de cin oldun adam çarpıyorsun, ödemiştim ya borcunu!''

            ''Vay üçkağıtçı herif, hem de sana diyor, hem de adamına... Adamın şiarı bu, böyle söyleyerek alacaklılarını utandırıp bezdiriyormuş ki istemesinler!''

            ''Yani bu bir taktik mi?''

            ''Aynen öyle!''

            Ve odadan çıkarken söylenmeden edemiyor... ''Ama peşindeyim, bu parayı ona yedirmeyeceğim. Gerekirse Yeşilşehir'e gidip onu bulacağım!''