O meslektaşım ile koyu bir sohbete dalmıştık.  Hani bende anı, özellikle de ''tıbbi anı''tükenmez desem yeridir. ''Söz uçar, yazı kalır'' özdeyişini kendime şiar edinmiş olduğumdan anlattığım anıların birçoğunu köşeme taşımışımdır. Ben bir mahkum ile ilgili anımı anlatırken diş hekimi olan meslektaşım atılıyordu: ''Bak aklıma geldi abi, ben de sana öğrenciliğimde yaşadığım bir iki anımdan bahsedeyim bari!''

            İşte sana bir hazine... Bu fırsatı kaçırır mıyım hiç! Hemen ısrarla onu anlatmaya teşvik ediyordum... ''Bak bana da malzeme çıktı hazır. Ben de bu hafta acaba ne yazsam diye düşünüp duruyordum. Bu söz hangi özdeyişi çağrıştırdı biliyor musun!''
            Muhatabım merakla soruyordu... ''Nerden bileyim, sende özdeyiş çoktur ya!''

            ''Söylüyorum işte... Garip kuşun yuvasını Allah yapar demişler ya...İşte bir yazı konusu ayağı ile geldi, yazacağım bunu!''

            Elimle işaret ediyorum...''Haydi anlat, merakla dinleyeceğim ve yazacağım!''

            Başlıyor anlatmaya...''Diş hekimliği son sınıfında okuyorum. Hani hastaları asistan paylaştırır ya... Bilgisayara kırk yaşında bir erkek hasta düşünce baaşladım ön hazırlıkları yapmaya. Hastanın çürük dişi var, çekmeyelim, kanal tedavisi yapalım dedim. Hani endodontinin ilgi alanı... Biliyorsun endodonti uzun ve yorucu bir iş!''

            Araya giriyorum... ''Yani iğneyle kuyu kazmak desek yeridir. Bizim kapalı yöntemle yaptığımız prostat ameliyatı gibi yani. Kaz babam kaz... Belin ve boynun tutulur yani!''

            ''Neyse, başladım kanal tedavisine, ama hasta biraz asabi bir yapıda; ara sıra da onun gazını alma gereği duyuyorum anlayacağın!''

            ''Yani eskilerin tabiriyle suyunda akıyorsun!''

            ''Aynen öyle abi. Lokal anesteziyi yapmışım, ama demek ki ağrı eşiği düşük bir hasta... İlave lokal yapmak için ilacı enjektöre çektiğimde iğneye bakıyor, yine mi diyor!''

            ''Eee? Zor bir hastaymış!''

            ''Aynen...Sonunda demez mi!''

            ''Nasıl?''

            ''Tamam, artık sonlandırın, ben onu bizim orada yaptırırım, ya da başka bir hastaneye giderim. Zaten açığa geçtim!''

            ''Anlamadım'' diyordum, ''yani neyi kastediyordu hastan açığa demekle?''

            Tebessüm ediyor meslektaşım... ''Hastam açığa geçtim deyince ben de saf saf soruyordum kendisine!''

            ''Neyi?''

            ''Hani soruyordum: Açık öğretime mi? Anadolu Üniversitesi'ne mi kaydoldunuz? Hangi fakülteye, hangi bölüme?''

            Gülüyorum... ''Derler ya dervişin fikri neyse zikri de odur!''

            ''Aynen abi... Adam demez mi 'kapalı cezaevinden açık cezaevine geçtim'...''

            ''Anladım, yani mahkum imiş senin hastan!''

            ''Aynen öyle. Halbuki cezaevinden gelen hastanın öğrenciye verilmemesi gerekiyor. Bir yanlışlık olmuş. Asistanın hastasını bana yazmışlar!''

            ''Eee?''

            ''Ben hemen tedaviyi sonlandırmaya başlamıştım ki hastam öyle bir şey söyledi ki tırnaklarıma kadar terlemiştim o an!''

            ''Nasıl?''

            ''Adam demez mi 'geçenlerde bizim cezaevinde bir diş hekimini öldürdü koğuş arkadaşlarım, bir hastanın canını yaktığı için'...''

            ''Yok yaa!''

            ''Aynen... Ben de hemen aleti edavatı bırakıp ünitenin başından hızla ayrılıyordum ve ve doğruca asistanın odasına gidiyordum. Olayı anlatınca bu sefer asistan bana kızmaya başlamaz mı! Neden baştan haber vermemişim, tedaviye neden başlamışım!''

            ''Desene o söz yerini buldu...Harman dövmek keçinin işi değil!''

            ''Aynen, neyse gelip o hastanın tedavisine başlıyordu asistan!''

            ''Sen ucuz sıyırdın yani!''

              Gülüyordu...''Bir anı daha anlatayım mı?''

            ''Elbette, hazır malzemeye hayır diyecek halim yok ya!''

            ''Bir asistana yaşlı bir hasta gelmişti. Adam prostat hastasıymış meğer. Biz de izliyoruz. Biraz sonra adam demez mi 'tuvaletim geldi, yoksa altımı ıslatacağım. İdrara çıkmam gerekiyor.' Mecburen asistan hastayı alıp taa alt kattaki tuvalete götürüyor ve o arada kendis de tuvalet ihtiyacını gideriyor, ama çıknca tuvaletin önünde bekliyor ki hasta çıksın. Bekle babam bekle... Adamın ortalarda göründüğü yok. Telaşlanıyor elbette. O koridor senin, bu bölüm benim derken bütün katları arıyor. En sonunda adamı nerde buluyor biliyor musun?''

            ''Nerde?''

            ''Döner sermaye bölümünde buluyor. Meğer hasta da bunu arıyormuş. Onun da sormadığı bir yer kalmamış. Meğer hastada demans varmış!''

            ''Ben de sana bir anımı anlatayım. Dıdının dıdısının dıdısı şeklindeki tekerlemeyi duymuşsundur. Ona denk geliyor da!''

            ''Duymaz olur muyum!''

            ''Anlatayım... Bir hasta geldi ve prostat ameliyatı endikasyonu koyup ameliyat için de tarih belirledik. Haliyle hastalar öncelikle olumsuz yaklaşıp komplikasyonla ilgili sorular sorar, normal karşılarız. Bu hasta da sorular sordu ve sabırla ikna edici cevaplar veriyordum. Polikliniğin önü de o kadar kalabalık ki... Başladı 20 sene önce prostat ameliyatı olup ondan 5 sene sonra başka bir sebepten ölen babasıyla ilgili sorular sormaya... Bozuk plak gibi dönüp duruyor, soruyor...'Yoksa ameliyatta yanlışlıkla bir yerini mi kesti de babam öldü? Yoksa kanseri vardı da farkına mı varamadı doktor?'...Sorular sorular... Baktım ki olacak gibi değil, ne yaptım biliyor musun!''

            ''Ne yaptın?''

            ''Cep telefonumu elime alıp hastanın gözlerine bakıyordum: 'Soralım gel, rahmetlinin cep numarasını söyle de arayayım. Öyle ya erbabına sormak lazım!''

            ''Eee?''

            ''Zoraki tebessüm ediyordu... Çıkıp gidiyordu.''