Yani o bahar günü öğle arasında şöyle bir çimen çiçek kokusu alayım diye direksiyonu kırmıştım yeşilliklere doğru... Ve sarı çiçek okyanusunu andıran bir parka doğru yönelip bir banka oturuyordum. Hemen iki metre ötede de bir başka bankta yaşlı iki adam sohbete dalmıştı ve vücut diliyle selamlaşıyorduk. Doğaya çıktığım zaman adeta bulutlarda gezerim hep... Kendimi bir kelebek yerine koyarım.
Tahminen seksenli yaşlarda olan o iki insan öyle bir sohbete dalmıştı ki... Birbirlerine hitaplarından isimlerini bile öğrenmiştim kulak misafiri olurken...Şivelerinden memleketlerini de az çok tahmin edebiliyordum. Hele de başlarına geçirdikleri o kalpak benzeri giysiden...İçimden diyordum ki ''büyük ihtimalle bunlar Karlışehir'in Sınıh ilçesinden!''
''Memet'' diyordu ötekine ''bu yaz da memlekete gidelim mi? Hani araziyi ortakçıya verdik ama yine de gidelim. Bir de hani sılai rahim yaparız!'' Baki cevap veriyordu: ''Bir ay sonra torunun düğünü var, bilmem ki!'' Daha yaşlı olanı ''su yollarından da rahatsızım, ama bakalım. Porustat mıdır nedir, o meretten dolayı bana uyku haram. Belki bir doktora da giderim. Ameliyat dese de olup kurtulayım. Sen zamanında olup rahatladın!''
Bu sohbet sırasında göz ucu ile de arasıra bana baktıklarını görüyordum. Ben sohbete katılmayınca belki de merak etmişlerdi. Beni baştan aşağı süzdüklerini görüyordum. Bastonunu öne alıp iki eliyle de üstten kavrayan Memet amca bakışlarını bana yöneltmişti, ama sormaya da çekinir gibi bir hali vardı. Soruyurdu nihayet... ''Begim seni buralarda ilk defa görüyoruz. Buralara mı taşındın?'' Tebessüm ediyordum...''Yok, hayır, buralarda oturmuyorum. Evim şehir merkezinde, ama işyerim bu semtte. Şöyle bir hava alayım diye çıktım öğle paydosunda.'' Belli ki merak ediyordu. ''İşyerim dedin de, galiba bir yerde memursun. Ne iş yaparsın? Hangi işyerinde? Benim oğlan da şu aşağıdaki sanayi sitesinde kaportacıdır!'' İçimden de ''şimdi kndimi tanıtsam mı, tanıtmasam mı! Buraya kafa dinlendirmeye geldim, adam yedi sülalesinin hastalığından bahsederse yandım'' diyordum.
''Memurum burda bir yerde'' diye kaçamak bir cevap verirken o merakını yenemiyordu belli ki... ''Tapuda falan mısın! Yoksa vergi dairesinde misin?'' Nasıl bir cevap vereyim diye düşünüyordum. Mecburen kendimi açığa çıkaracaktım. İçimden ''esprili bir cevap vereyim bari'' diyordum. Hafifçe öne eğilip sağ koluma da kavisli bir hareket cevaplıyordum... ''Ben adam keserim!'' Beklenmedik bu cevabım adeta ikisinin de üzerine düşen bir bomba etkisi oluşturmuştu. Arkaya yaslanarak birbirinin yüzüne bakıyorlardı ve beni de tekrar süzüyorlardı. Belki de şöyle düşünüyorlardı...''Yok ya adamın kılık kıyafetine bakarsan adam kesen birine de hiç benzemiyor!'' Belki de şöyle düşünüyorlardı:''Suyun durgun akanından, adamın yere bakanından kork!'' Öteki söze karışıyordu: ''Nasıl yani, adam mı kesersin! Hiç de öyle birine benzemiyorsun begim! Niye kesersin, nerde kesersin! Yazık değil mi!'' Gülüyordum... ''Evet, ben adam keserim, hastanede ameliyathanede keserim ama!'' Ayağa kalkıp yanıma geliyordu... ''Anladım, cerrahcısın!'' Diğeri karışıyordu... ''Bıçakçı doktor!''
O sırada telefonuma mesaj geliyor ve bakıyorum. Memet amca merak ediyor... ''Hastaneden mi geldi hocam, biz seni meşgul etmeyelim!''
''Yok'' diyorum, ''bir sanatçı bozuntusundan geliyor! Size de birşeyler söylemiş de!''
''Nasıl yani! Bizi nerden tanır ki! Ne demiş?''
''Diyor ki halkımızın yarısı cahildir!''
Bakışları sertleşiyor ikisinin de...''Nerden biliyor bizim cahil olduğumuzu! Asıl cahil belki de kendisidir, densiz herif!''
''Bakın'' diyorum, ''bazen okumakla da cehalet artarmış. Bırakın böyleleri kendi dünyalarında avunsun. Adam meşrebini ortaya koymuş. Ne kadar ayıp!''
Baki amca merak ediyor...''Hocam branşın nedir, hangi ameliyatları yaparsın?''
''Üroloji... En çok prostat ameliyatı yaparım!'' Beriki atılıyor...''Birgün geleyim de beni de yap kurtulayım!''
''Tamam'' diyorum, ''sizin mahalleden Kutbettin'i, Abdulbaki'yi ve muhtarı da ameliyat etmiştim!''
''Hayır'' diyor, ''muhtarı sen ameliyat etmedin, bir yanlışın olmasın!''
''Bilmez olur muyum, ben yaptım!''
''Hayır, onu Fikret Solak yaptı!'' demez mi!
Gülüyorum... ''Hele iyi bak, o kişi ben olmayayım!'' İkisi de şaşırıp birbirine bakıyor... ''Bak Memet, beni de hocam ameliyat etmişti. Hay bizim toprak başımıza...Akıl gitmiş, bizi teneşir paklar artık!''
Ve mahcubiyetleri yüzlerinden okunuyor...''Hocam'' diyor, ''baştan ismini bağışlasaydın biz de mahcup olmazdık!''
''Baki amca senin soyadın Ölmez değil miydi?''
''Evet.''
''Bak seni iyi hatırladım. Evet, ben ameliyat etmiştim. Bir de Nevzat diye bir komşunuzu ameliyat etmiştim!''
''Evet'' diyor, ''iyi tanırım!''
''Bak'' diyorum, ''onunla ilgili güzel bir hatıram vardır. Bizde böyle güzel insanlar vardır. Ameliyattan önce dedi ki beni ameliyat et, sağlığıma kavuşayım, sana bir kurban, bir koyun bağışlayacağım!''
''Yaa, öyle mi!''
''Evet, ameliyattan birkaç hafta sonra beni arayıp evine davet etti ve koyunu keserek vaadini yerine getirdi. Aslında ben de işte öylesine söylediğini sanmıştım!''
Saatime bakıyorum... ''Aaa! Geç kaldım hastaneye, bana müsade'' deyip vedalaşıyorum...''Bakın'' diyorum, ''son sözümü söylüyorum. Adam adamdır, olmasa da pulu, eşek eşektir, olmasa da çulu!''