''İstim sonradan gelirmiş'' özdeyişini yazılarımda sık sık kullanırım. Geçenlerde bir okuyucum bu ''istim'' kelimesinin anlamını soruyordu. Dilimin döndüğünce anlatayım. İstim, buharla işleyen araçları kalkmaya hazır hale getirmek biçiminde anlatılır. Başka bir anlamı da vardır:Aynı zamanda herhangi bir işi gerçekleştirmek amacıyla elde edilen buhar olarak da ifade edilir. Bir önceki yazımda ''istimi size anlatacağım'' demiştim ya... Yani Oğuz'un istimini, onun sıcak buharını...Bakalım onun saçtığı o sıcak buharın yakıcı etkisi nasıl olmuş veya o buhar birden ''fısss'' diye sönmüş mü?

            Demiştim ya Oğuz'un taburcu işlemlerini yapmalarını söylemiştim ve ameliyathaneden ruhen ve bedenen yorgun bir şekilde çıkıp servise, akşam vizitine gidiyordum. Hemşire setine vardığımda koridora doğru hamle yapacaktım ki hemşire arkadaşlar ''bir dakika hocam, bir durumu anlatalım da vizite öyle çıkalım'' diyorlardı. Elbette şaşırmıştım. Tebessüm ediyordum.

            ''Oğuz'u taburcu ettiniz değil mi?''

            ''Evet, ama bilseniz o erteleme haberini alır almaz serviste neler yaptı?''

            ''Nasıl yani? Anlamadım?''

            Hemşire başını öne eğip bakışlarını kaçırıyordu...''Yani söylemeye utanıyorum, ne galiz kelimeler! Bir de bunları avazı çıktığı kadar bağırarak söyledi!''

            ''Eee?''

            ''Hemşire setine doğru yürüdü, gözleri yerinden fırlıyordu. Buraya bir yumruk attı ki hepimiz korktuk!''

            ''Vay haddini bilmez adam. Görünüşünden de halim selim bir insana benziyordu...Hiç beklemiyordum, şaşırdım vallahi!''

             ''Nerdee! Giderken ne dedi biliyor musunuz?''

             ''Anlamadım, ne dedi?''

             ''Bu doktorları boşuna vurmuyorlarmış meğer! Ben yarın poliklinikte bunun hesabını soracağım ondan. Beni bu saate kadar aç bekletmenin ne olduğunu ona göstereceyim!''

             ''Başka?''

              ''Tedbirli olun, onu vuracağım da dedi!''

              ''Deme!''

              ''Aynen öyle ne yazık ki!''

              Korkmadım da değil...Hani adamın huyunu suyunu bilemezsin ki...Vurur mu vurur. Halk arasında kullanılır ya: ''Adamı vurmuşlar, yani babasının kesesinden gitmiş!'' Ben de şimdi ''babamın kesesi''nde gitmeye ramak kalan bir zamanı yaşıyorum sanki. Şairin o sözü aklıma geliyordu...''Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu!'' Ben de o anda öyle düşünüyordum. Adeta ''hayatıma pusu kurmuş bir hayat ile karşı karşıyaydım'' desem abartmamış olurum. Gülüyorsunuz değil mi! Gülün gülün, ateş düştüğü yeri yakıyor zira...

            Olayı biraz mizahi hale getirip kendimi de raahaatlatmak için şöyle demeden de edemiyordum hemşirelere: ''Belli olmaz, bakarsın yarın poliklinikte önümde 'C harfi' olmuş bir Oğuz da görebilirim!''

            Uzatmayalım, tedbiri elden bırakmamak için vizitten sonra güvenlik elemanlarının odasına gidiyordum ve olanları anlatıyordum. Jandarmalar da odaya çağrılıyordu.

            ''Hocam adamın adını ve TC sini verin, biz sorgulayalım!''

             Ve sorgulayıp resmine bile ulaşıyorlardı...Elbette bir parça rahatlamıştım. ''Arkadaşlar yarın sabahleyin poliklinik önünde tertibat almanızı rica ediyorum. Vallahi korkuyorum, adam beni vuracağını söylemiş. XR'den de herkes geçsin. Bir de ben sabah otoparka geldiğimde güvenlik görevlisi iki arkadaş beni oradan alıp polikliniğe getirebilir mi? Bakarsın adam beni otoparkta da bekleyebilir! Haksız mıyım!''

            Güvenlikten Serhat ''hocam rahat olun, biz sizi karşılarız ve sabah da poliklinik önüne yığınak yaparız''diyordu.

           Ve o akşam arabama bindiğimde içimden şöyle diyordum. ''Belki de bu son olur direksiyona geçmem! Adam yarın beni infaz ederse!'

           Hani korku bulaşıcı bir hastalık gibidir. Evham evhamı takip eder ve korku hücreden hücreye yayılır gider...Ve evde eşim akşam yemeğini getirdiğinde dalgın olduğumu hemen anlıyor, zira altıncı hissi çok kuvvetlidir.

            ''Bir şey canını sıkmış olmalı...Ameliyatlarda bir komlikasyon mu çıktı yoksa!''

             Yolda karar vermiştim, eşime söylemeyecektim, zira o gece uyuyamazdı veya sabah hastaneye benimle gelmek isterdi.

             Pembe yalanlara başvurup inkar etme yolunu seçiyordum...''Yok canım, bir şey yok, sadece biraz yorgunum...Yani vaka i adiyeden...her zaman olduğu gibi!''

              Ama o ikna olmamıştı ve defalarca yoklama çekmesine rağmen ağzımdan bir kelime alamamıştı. Ben de zaten ketum bir insanım ya...Ve ne yalan söyleyeyim, o gece gözüme uyku girmediğini de itraf etsem bunu zaafiyet olarak anlar mısınız...

             Ve ertesi sabah kahvaltıyı yapıp yola çıkıyorum ve otoparktan Serhat'ı arıyorum: ''Serhat geldim!''

             Güvenlik görevlilerinin korumasında koridora giriyorum...

             Devamı mı? ''Az sonra!''