O öğle arasında yemekten sonra odamda şöyle bir dinleneyim ve bir çay keyfi yapayım diyordum ve tavşan kanı çayımı yudumluyordum. O sırada telefonum çalıyordu. Evet, yeni tayin olunan meslektaşımız Ercan arıyordu... ''Abi nerdesin, hava da güzel, geleyim de şöyle bir yürüyüş yapıp stres atalım!''

            ''Tamam, gel odamdayım Ercan. Çay içiyordum, gel berekete sen de katıl!'' Ve biraz sonra odama gelen Ercan karşı koltuğa oturuyordu, ama biraz sonra ayağa kalkıp o dar odada mahkumlar gibi birkaç adım attıktan sonra tekrar oturuyordu. Vücut dilini az çok okumaktaydım. Hani buna feraset derler ya... Eee feraset dedikleri bu altıncı his de bende az çok gelişmiştir yani...Bir olumsuz rüzgardan, bir uğursuz insandan etkilenmişe benziyordu. Ruhunda samyeli yerine kasırga ve hortumun esmekte olduğunu tahmin edebilmek için kahin olmaya gerek yoktu.

            Ayağa kalkıp omuzuna dokunuyordum... ''Ercan'' diyordum, ''çay dolduruyorum, ama birşeye canın sıkılmış gibi!'' Buna boş atıp dolu tutmak da diyebilirsiniz. Ensesini kaşıyıp aarkasına yaslanıyordu... ''Abi canım müthiş sıkkın; geleli birkaç ay oldu, ama iyi mi ettim gelmekle acaba?'' Çayını önüne götürüyordum... ''Anlat rahatlarsın, yoksa bir uğursuz tavşan mı çıktı yoluna?'' Bu sefer biraz rahatlayıp tebessüm ediyordu... ''Ne tavşanı abi, iki ayaklı birisi... Ama bu tavşan benzetmesini anlayamadım, cehaletime ver!''

            Tebessüm etme sırası bendeydi... ''Bak bizim oralarda yaya olarak bir yola revan olursan içinden ne dersin biliyor musun?''

            ''Ne dersin abi?''

            ''Keşke yoluma bir tavşan çıkmasa!''

            ''Nasıl yani?''

            ''Gayet basit, tavşan uğursuzluğun sembolü olarak kabul edilmiştir halk arasında. Doğru veya yanlış... Onu akıl kantarına koyup tartacak halim yok ya!''

            Gevşemişti... ''Abi çok güzel bir örnek bu. Bugün de benim odama iki ayaklı bir tavşan geldi diyebilirim şimdi!'' Ve o meslektaşımızın adını veriyordu. Biz ona Cimşitcan diyelim, mesela yani... Evet, zatı şahanelerini iki ayaklı tavşana benzetmekte bir beis olmadığı kanaatini her zaman taşımışımdır. ''Bak Ercan, ben asistanken sen belki de kısa pantolonla geziyordun!''

            ''Belkisi fazla abi, ayniyle vaki! Seni İbni Sina'dan biliyorum. Ben o zaman balacaydım!''

            Gülüyorum... ''Aynen, bak sen böyle insanlardan ne kadar uzak durursan...''

            Sözümü kesiyor... ''Yani Allah'a yakın olursun demek mi istiyorsun?''

            Gülüyorum... ''Yok, o kadar keskin ve iddialı ifadeler kullanamam, ama uzak dur, ilişkilerini minimale indir derim!''

            Çayını yudumluyor... ''Abi diyor ki hastalarla arana mesafe koy, samimi olma. Bu da benim meşrebime ters geliyor. Uzaydan hasta mı gelecek yoksa!''

            Ne diyebilirdim ki... Ama Ercan'ı böyle uğursuz rüzgarlardan uzak tutmayı da kendime bir görev olarak biliyordum. Çünkü ona akıl satmaya çalışanın kendi yönünü çoktan kaybetmiş birisi olduğunu benden iyi bilen birisi olamazdı. Denize atılmış bir pet şişe gibi sahile vuran birisi de...

            ''Bak Ercan'' diyordum, ''öğüt ve akıl vermeyi sevmem, ama yaşadıklarımdan da öğrendiğim bir şey var. Bir yazarın o sözünü çok severim. Sana da söyleyeyim mi?''

            ''Merak ettim!''

            ''İyi ve kaliteli insanlar ile oturup kalkın. Başkalarının hayatından dersler çıkarın. Zira insan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor!''

            ''Abi bayıldım bu söze... Tam bir hayat dersi niteliğinde! Sende çok özlü söz vardır. Haa geçenlerde köşe yazılarından birisine tesadüf ettim sahi... Orada da bir güzel sözün vardı. Neydi, bak dilimin ucunda!''

            Tahmin etmiştim o sözü... ''Hatırladım, söyleyeyim mi?''

            ''Abi merakta bırakmayı da çok seviyorsun!''

            Tebessüm ediyordum...''Yani tatlı yalatma diyorsun.... Söylüyorum işte... İyi ve kaliteli insanlar ile oturup kalkın. Yalancı, vicdansız, kıskanç, cahil, cimri, sürekli olarak geçmişi ile ilgili boş hikaye anlatanlardan, egosu yüksek ve her şeye olumsuz bakan kişilerden uzak durun! Merhametsiz ve sevgisiz insanlara sevginizi de, zamanınızı da heba etmeyin!''

            Çok hoşuna gidiyordu bu cümleler... Heyecanla söylüyordu... ''İnan geldiğimden beri kendimi kovanda yabancı bir arı gibi görüyordum!''

            Gel de gülme... Ayağa kalkıyordum... ''Bak ben de otuz sene önce geldiğimde kendimi kovanda bir eşek arısı gibi görmüştüm o zaman... İşte itiraf ediyorum!''

            Hani derler ya ''ulaşamadığın köyün alt tarafında yatacaksın!'' Ayne öyle, böyle insanlardan uzak duracaksın ömür boyu...

            ''Bak Ercan'' diyorum, ''ben Cimşitcan'ı senelerdir tanırım, kendisiyle barışık biri değil adam. Mutsuz olduğu için kendisine yol arkadaşı arıyor. Bir de bazı tipler vardır, başkalarını mutsuz etmekten müthiş zevk alırlar!''

            ''Sadist diyorsun yani!''

            ''Başka hangi sıfatla anabiliriz ki böylelerini... Aynen!''

            Başıyla onaylıyor...''Hani demiştim ya yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var...Aslında çok şey var desek daha uygun olacak. Bak anlatayım böyle uğursuz insanları. Ben böylelerine ne derim biliyor musun?''

            ''Ne dersin?''

            ''Karamamba derim!''

            ''O da ne abi?''

            ''Karamamba Afrika'nın ikinci derecede zehirli yılanıdır. Dili de çatallıdır aynı zamanda!''

            ''Müthiş benzetme...Birşey  anlatacaktın!''

            ''Haa laf lafı açıyor ya...Bu hastaneye taşınmaya bir ay falan vardı. Bir bayan hasta ve yanında da genç kızı gelmişti. Neyse tedavisini düzenleyip kontrole çağırıyorum. Aklıma geliyordu son anda. Bir ay sonra bu binada değil de yeni hastanede olacağız, kontrole oraya gelin diyordum.''

            ''Eee!''

            ''Genç bayan birden bakışlarını bana dikmez mi!''

            ''Neden, nasıl?''

            ''Hocam aman kendinize dikkat edin, oraya giden hekimlere acıyorum, zira betondan değil adeta kum yığını bir bina. Bir depremde yerle bir olur. Depreme dayanıklı değil. Elbette korkuyordum o anda. Bunu kanıtlayacak pozitif veriler olmalı elinizde. Hani bir teknik rapor varsa benimle paylaşabilir misiniz diyordum.''

            ''Sonra?''

            ''Ben sıkıştırınca, konunun üzerine gidince kem küm... Ordan duydum, burdan duydum...Vesaire...''

            ''Neden böyle düşünüyordu ki!''

            Omuzumu silkiyorum... ''Sanki temenni ediyor depremde hastanenin yerle bir olmasını...Anladım ki maksat başka!''

            ''Ne gibi?''

            ''Yani maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek! Ben böyle aanladım!''

            ''Sanki öyle gibi'' diyor Ercan da...