Yusuf sevinçle annesine:
Ustam baba bayramlık pantolon, eğer uyarsa ceket de alacakmış.
Allah onlardan razı olsun. Bugün ramazanın onbeşi, şurada bayrama ne kaldı…
Yusuf ilkokuldan sonra okula gidememişti. Küçük Sanayide bir marangoz atölyesinde çırak olarak çalışıyordu. Ustası aynı zamanda marangoz makinaları da satıyordu, işleri iyiydi.
Yusuf’un yamalı tek bir pantolonu vardı, onu da anası arada bir akşamdan yıkar, sabah işe giderken bazan yarı kurumuş o pantolonu giyerdi.
O günden sonra Yusuf her sabah işe daha bir heyecan ve hevesle gitmeye başladı. “Ustam pantolon almak için bugün beni çarşıya götürür” diye hep heyecanla bekledi.
Yusuf her akşam eve eli boş geliyor, anası da üzülmesin diye bir şey sormuyordu. Ama bayrama da şunun şurasında üç gün kalmıştı!.. Beklemek, hele birde umutla beklemek ne ağır bir yük…
Arife günü akşamüstü ustası haftalığını verdi, Yusuf boynu bükük, umutları tükenmiş eve kadar yolları ağlayarak adımladı.
Eve yakın köşe başındaki caminin şadırvanında elini yüzünü yıkadı. Anası evin kapısında Yusuf’u eli boş görünce yüreği sızladı ve içinden “madem almayacaktınız, neden umdurdunuz, neden beklettiniz? Bari vaktinde söyleseydiniz de, biz de başımızın çaresine bakaydık” diye geçirdi. Sonra Yusuf’u kucakladı:
Hemen elini yüzünü yıka, pijamanı giy. Ben pantolonunu hemen yıkar, kuruturum. Üzülme sen, inşallah ilerde sen onlara yardım edersin. Sağ olana bayram yine gelir, kimseden ummadan, kimseden beklemeden sana ısmarlama takım elbise yaptırırız.
Yusuf biraz rahatlamıştı. Anasına bir daha sarıldı, hafiften gülümseyerek pantolonunun cebinden çıkardığı haftalığını anasının avucuna koydu.