Küçük oğlum Ömer okula gitmek için evden çıktı. Ben kahvaltı sonrası kahvemi içiyordum. Ömer çantasını yere atmış “kuzu, kuzu, pamuk kuzu” diye sevinçle bağırıyordu. Bizde hemen bahçeye çıkıp koyun için yaptığım kulübeye baktık ve gerçekten bir pamuk yumağı minicik bir kuzu vardı. Koyunumuz gece doğurmuş yavrusunu temizlemişti.

Biz ailecek koyunumuzun hamile olduğunun farkında bile değildik, çok sevindik. Kulübeyi bir güzel temizledik, tabanına kuru ve sıcak tutacak kilim, battaniye benzeri şeyler yerleştirdik. Sevinçten deliye dönen Ömer o gün okula gitmedi, ben de işe geç kalmıştım.

Ömer akşam yemeğini tam bitirmeden “doydum” diye masadan kalkıp bahçeye fırlıyordu. Sonradan anladık ki Ömer bacakları dışarda koyun kulübesine uzanıp Pamuk’u kollarına alıp orada yatmaya çalışıyordu. Her defasında ona “anası pamuğu emzirip doyurur, sonda onu koynuna alıp ısıtır, uyutur. Sen onları rahatsız etme” diye uyarsak da fayda etmiyordu.

Nisan ortalarına doğru pamuk biraz daha güçlenmiş, koşup oynamak istiyordu. Akşamları iş dönüşü karayolu ile evler arasında kalan bölgede güzel taze otlar vardı, pamukla anasını oraya götürmeye başladık. Çok hoşlarına gittiği belliydi. Ömer’le pamuk koşmaca oynuyor, koyunumuz yeşil otlardan pamuk için süt depoluyordu.

Bir akşam iş dönüşü Ömer’i kapıda beni bekler buldum. Çok öfkeliydi “annem pamuğun bir tas sütünü aldı, pişirip bir bardak bana, bir bardak kardeşim Fatoş’a verdi. Ben içmedim, annem onu da Fatoş’a verdi.” Ömer ağlamaklı ve kesik kesik “ama baba o süt pamuğun sütü değil mi? Biz o sütü alırsak pamuk nasıl büyür ki?”

Ömer’e pamuğun hızla büyüdüğünü, kendi başına otlayarak beslenmeye başladığını anlatmaya çalışsam da o, sütün pamuğun hakkı olduğunu düşünüyordu.

Çalıştığım tesisin su ihtiyacı yoğun, bizim su kaynaklarımız ise yetersizdi. Yakın su kaynaklarından tankerlerle su taşıma projesi kapsamında yakın köylerde araştırma yaparken köy kahvesi önünde üç beş koyun görünce “bunlardan bir tanesi alsam çocuklar sevinir” diye düşünmüştüm. Koyunumuz evimize böylece gelmişti. İşyerinde yemekten kalan ekmek parçalarını getiriyordum, koyunumuzun çok hoşuna gidiyordu. 

Pamuk gelince işler epeyce değişti. Koyunumuz çok uysal olsa da oğlu pamuk çok şımarık ve çok hareketliydi. Sürekli oynamak istiyor, Ömer’in peşinden eve dalıyor, neredeyse ‘ben de bu evin bir bireyiyim’ havasında dışarı çıkmak istemiyordu.

Günler hızla geçiyor pamuğun boynuzları da büyüyor, tos yapmaya çalışıyordu. Toslayıp Fatoş’a zarar verecek diye korkuyorduk. Otlatmaya çıkarıldığında da sokaktaki çocuklara, hatta yetişkinlere de tos yapıyordu. Anası ne kadar uysal, pamuk ne kadar hareketli ve şımarıktı… Ömer yanındaysa pamuğun keyfine diyecek yoktu, onunla oynak çok hoşuna gidiyor, hep sırtına zıplamak istiyordu.

Kulübe dar, pamuk iyice semirmiş ana oğul o kulübeye sığmıyorlardı. Pamuğun anasını, birkaç koyunu olan işyerinden bir arkadaşa verdik. Pamuk anasını pek aramadı. Yaz akşamları yemek sonrası otlatmaya ben çıkarıyordum ama onu zapt etmem pek kolay olmuyordu. Yola kaçar, bir araba çarpar diye de korkuyorduk. Sonunda boynuna bir ip bağlamaya karar verdik. Pamukta müthiş bir tepki, kendini yerden yere atmaya başladı. Boynuna ip takılmasını kabul etmiyordu. Çaresiz ipini çıkardık.

Kocaman bir koç, sokaktaki çocuklar doğal olarak korkuyor, pamuk bunu oyun sanıp onlara doğru hamle yapıyor ortaya ciddi sorunlar çıkıyordu.

O sene Kurban Bayramı Aralık ortalarına denk geliyordu. Havalar da güzel gidiyordu. Ömer’le konuştuk.

“Ömer bu bayram kurban için e düşünüyorsun, pamuğu verip yerine bir başka koç mu alalım, yoksa pamuk mu kurbanımız olsun?”

“Başka koç alınsın, pamuk dursun.”

“Ama eninde sonunda bir şekilde pamuk kesilecek. Tanrı onu bizler etinden yararlanalım diye yararmış… Sence de öyle değil mi?”

“Tamam da pamuk benim çok iyi bir arkadaşım, ben ona çok alıştım.”

“Ama bahçemiz küçük pamuğa sürekli bakmamıza olanak yok.”

“Olsun, ben ekmeğimin yarısından çoğunu ona ayırırım. Hem harçlığımla ona yiyecek alır, ben bakarım, siz karışmayın.”

Eşimle bakıştık, zor durumdaydık ve ikimiz de bir çıkış bulmakta zorlanıyorduk. Eşim:

“Ömer biz babanla tekrar düşünelim, seninle yine konuşuruz. Sen de pamuktan çok okul arkadaşlarınla birlikte olman gerektiğini unutma” deyip, sonra bana dönerek yavaş sesle:

“Çocuklar alışsın, sevsin diye eve bir hayvan alırken çok iyi düşünmek gerekiyor. Bu canlar birbirine alışıp bağlanıyor. Hadi bakalım bu sorun nasıl çözülecek…”