Günümüzün çok tartışılan bu iki temel konu, aslında birbirinin ayrılmaz parçaları. Olaya etnik köken gözlüğü ile bakmanın iyi niyetten uzak ve ayrımcı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Elbette konunun uzmanı değilim ve savımda ise iddialı hiç değilim. Olaya sade ve sıradan bir vatandaş penceremden bakıyorum.
Türkçe dilimle gurur duyuyorum. Dilimin insanlık tarihinin en eski dillerinden biri ve hatta Atatürk’ün de düşündüğü gibi en eski ve en zengin dil olduğuna inanıyorum.
6 Temmuz 2024 de yapılan seçimlerde İran Cumhurbaşkanı seçilen, Mesud Pezeşkiyan’nın Türk asıllı olduğu savı ortaya atılmıştı. O zaman pek sıcak bakmadığım bu sav, geçtiğimiz bir iki gün içinde beni çok mutlu edecek şekilde doğrulanmış oldu.
İran 9. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’nın 1954 doğumlu, Türk kökenli Tıp Doktoru ve Kalp Cerrahı olduğu, Jinekolog olan eşiyle bir oğlunu trafik kazasında yitirdiği, bir daha evlenmediği, hayatta olan iki oğlu ve bir kızı ile birlikte yaşadığı ifade edilmekteydi.
Geriye dönüp baktığımızda seçim kampanyası sırasında M. Pezeşkiyan “Ben Türk asıllıyım, anam da babam da Türk. Türklüğümle gurur duyuyorum, evimde çocuklarımla Türkçe konuşuyorum” diyor. Sonra Cumhurbaşkanı seçiliyor ve meclis kürsüsünde Muhammed Hüseyin Şehriyar’n Heydar Babaya Selam şiirinden Türkçe olarak şu dizeleri okuyor:
“Heyder Baba, igit emek itirmez “Haydar baba, yiğit emek yitirmez Ömür geçer efsus bere bitirmez Ömür geçer, esef yara kapanmaz Namerd olan ömrü başa yetirmez Namert olan ömür tamamlayamaz Biz de vallah unutmarık sizleri Biz de vallahi unutmayız sizleri Görenmesek helal edin bizleri.” Göremesek helal edin bizleri” Solonda bulunan bir görevli Pezeşkiyan’ı uyarıyor, o devam ediyor ve meclis onu coşkuyla alkışlıyor.
Kısa bir süre sonra ABD başkanı ülkesini tehdit edince cevabı yine Türkçe oluyor.
“Geçme namert köprüsünden bırak alsın sel seni. Yatma tilki gölgesinde bırak yesin aslan seni.”
Mesud Pezeşkiyan bir Azeri Türk olsa da ana yurdu İran olduğu için, doğal olarak yurdunun insanlarını ve öz yurdunu savunacaktır.
Yurttaşımız ünlü sanatçı Fedon “ana dilim Rumca, atalarım beş asırdan fazla bu toprakların insanı. Ben Rum asıllı Türk sanatçıyım. Askerliğimi de Türk ordusunda yaptım” diyor.
Turla katıldığımız ABD tatilimizin bir bölümü büyük bir gemideydi. Gemide birçok ülkeden ve hatta ABD den guruplar da vardı. Eşimle Türkçe konuşmamız bir ailenin dikkatini çekiyor ve bize çok temiz bir Türkçe ile “nereden geldiniz, Türk müsünüz” diye sordular. Gemideki havuzlardan birin yanındaki banka oturup uzun uzun sohbet ettik. Türkiye’den ellili yıllarda göçmüş bir Ermeni aile olduklarını, evlerinde Türk müziği dinlediklerini, gençlerin İbrahim Tatlıses’i çok sevdiğini anlattılar. Orta yaşta görünen abla:
”Ana yurdumuz Türkiye’de iken dışarıda Türkçe, evde ana dilimiz olan Ermeniceyi konuşurduk. Şimdi burada dışarıda İngilizce tamam da; evde iş epeyce karışık oluyor. Bazan Türkçe, bazan Ermenice çoğu zamanda Türkçe Ermenice harmanı çok faklı bir dil konuşuyor, bunu fark edince de kahkahayla gülüyoruz” dediler. Birlikte güzel ve farklı bir tatilimiz oldu.
Aynı tura İzmir’den Katılan Emel ve Sami çiftinin de Musevi olduklarını öğrenince çok şaşırmadık. Sami-Samuel- Bey eczacı olduğunu, askerliğini Türk ordusunda yapmaktan dolayı onur duyduğunu ifade ediyordu. Bayan Emel-Emili- ünlü bir pastane işletmecisiydi. Rum asıllı Nilgün Belgün gibi Emili Hanım da “bazan ilkokul yıllarında her sabah mutlulukla okuduğumuz ‘Türküm, doğruyum’ andımızı hatırlarım, ne güzel günlerdi” derken Sami Bey “çocuklar zaten büyüdü, başka ülkelere gittiler. Onların ana dilleri sadece İbranice değil aynı zamanda Türkçedir. Şimdi kaç dil bilirler… tam bilmem ama dört beş vardır.” Diyordu.
En az elli yıldır tanıdığım yaşıtım, dostum can arkadaşım İsmail-İzrail-‘in ailesi 1492 yılında ispanyadan sürülen guruptan olduklarını kanıtlayan belgelerle 2018 yılında İspanya’dan vatandaşlık ve pasaport aldılar. İzrail’in babası hayatımda tanıdığım en yiğit Atatürkçülerden biriydi. Atatürkün Askeri olmakla övünürdü. 1947 yılında yeni kurulan İsrail topraklarına göçmeyi ret etmiş; “biz beş asırdır bu topraklarda yaşarız, bizim vatanımız burasıdır. Biz Musevi asıllı Türk’üz” diye sol yakasında taşıdığı iki rozeti ‘Atatürk ve Türk bayrağı’ eliyle işaret ederek gururla gösterirdi.
Hayim amca şimdi vatan bildiği bu ülkede huzurla uyuyor, Toprağı bol olsun. İzrail arkadaşım da babasının tam bir kopyası.
Bu topraklarda ana dillerini korumuş, kurtuluş savaşında kahramanca bu vatanı savunmuş, ilkokulda her sabah andımızı içselleştirerek okumuş bu yurttaşlarımızla elbette bir bütünüz.
Küçük bir kaza sonucu yolumuz özel bir hastaneye düştü. Bize tedavi boyunca yardımcı olan yirmi yaşında, sadece şirin ve cana yakın değil, aynı zamanda çok güzel bir hanım kız eşime; “Mardinli bir ailenin kızıyım. Ana dilimizi unutmayalım diye, biz evde hep Kürtçe konuşuyoruz” demiş.
Elbette dillerin korunması gerekli. Hatta dillerin korunması teşvik de edilmeli. Peki; “bunun yurdumuzda bir örneği ve bir yararı var mı” diye soracak olsak; cevap bir değil iki olacaktır.
· Antakya Medeniyetler Korosu
· Mardin Medeniyetler korosu
Bu koroların her binin iki yüzden fazla sanatçı üyesi; en az on dört faklı dilde şarkı, türkü ve semavi dinlerin ilahilerini okuyor. Dünyanın her yerinde konserler veriyor.
Temel amaçları ise dünya barışı ve hoşgörü için birlikte yaşama kültürünü ezgilerle anlatmak,
· “Hangi dinden, hangi dilden olursan ol; yaratılanı seviyoruz, yaratandan ötürü.” Mesajını herkese ulaştırmak olduğunu ifade ediyorlar.
Değerli okurlarım; günümüzde pek çok insan onu hatırlayamayabilir. Gençlerin birçoğu hiç bilmeyebilir ama bu dünyadan Türklüğü ile gurur duyan bir Yahudi Türk yurttaşımız geçti. Toprağı bol, mekanı cennet olsun. Yayın yönetmenim nasıl uygun görür bilemem ama bu değerli müzik sanatçımız Dario Moreo’nun kısa yaşam öyküsünü de sizler için derledim.
VEFA ADAMI DARİO MORENO
Dario Moreno 3 Nisan 1921’de Aydın’da dünyaya gelen, Musevi asıllı Türk gitarist, piyanist, sinema oyuncusu ve başarılı bir bestecidir.
Aydın’da tren istasyonunda çalışan, sefarat olan babası trajik bir şekilde vurulup ölünce yetim kaldı. Bu olaydan sonra annesi ile İzmir’e Musevi Mahallesine, Mezarlıkbaşı semtine yerleştiler.
Dario Moreno İkinci Dünya Savaşı sıralarında askerliğini piyade olarak Akhisar Orduevi’nde yaptı. Burada caz orkestrasında solistlik yaptı ve yine Konya ile Adana’daki askeri yerlerde sahneye çıktı. Askerlik döneminde müzik ile daha içli dışlı olan Moreno İzmir Kordon’da bulunan NATO binasının yerindeki Marmara Gazinosu’nda da sahneye çıktı. İlk konserini ise Konak vapur iskelesinin üzerindeki gazinoda verdi.
Birkaç sene sonra Fransa’nın en popüler şarkıcılarından biriydi, hatta Gilbert Becaud/Charles Aznavour “me-que me-que” şarkısını onun için bestelemişlerdi ve Olympia Müzikholünün vedeti yani ön ve yıldız solisti olmuştu. Şimdilerde herhangi bir şarkıcının 1 konser verip bizi mutlu ettiği müzik mabedi olan Olympia’da üç hafta, star olarak salonunu tıklım tıklım dolduran nadir sanatçılardan biriydi Dario…
FRANSIZ BAYRAĞI YERİNE TÜRK BAYRAĞI ÇEKTİRDİ
Onu fanatik bir İzmir’li ve bu toprakların insanı yapan en ilginç hareketlerinden birini; 1968 yılında Pariste düzenlenen Latin Amerika Şarkıları Festivalinde yapmıştır. Fransa adına yarıştırılıp, 1. seçildiğinde göndere Fransız Bayrağı çekilirken, müdehale edip, göğsünden Türk Bayrağı çıkarıp Ben Türk’üm ve İzmir’liyim demiştir.
Dario Moreno 1 Aralık 1968 günü, Parise gitmek üzere Yeşilköy Hava Alanı’na gitme hazırlığında bulunurken İstanbul Hilton Oteli’nde sabah 9.30 da geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etmiştir.
Moreno “benim için öldü demeyin, İzmir’e geri döndü deyin” diye vasiyet bırakmış olsa da annesi onu Telaviv’de toprağa verdi.
Dario Moreno T.C. pasaportunu Avrupa’da mesleğinin zirvesindeyken bile değiştirmeyen, ömrü boyunca hep “İzmirli Dario” olarak kendini tanıtan örnek bir vatandaşımızdı.