Alleben deresi kuzey batı dağlardan kopup gelir. Eriyen kar suyu, yağmur suyu ve tatlı pınar sularıyla beslenir. Allebeb şehre girene dek temiz, berrak adeta cam gibidir. Küçük balıklar oynaşır koynunda. Sanayi bölgesinden geçerken rengi değişmeye, dabakhane bölgesinde de kokmaya başlar ve şehrin kanalizasyonunu da yüklenince adı da değişir; Karaakar olur. Suyu artık kara çamur gibidir.
Son evler de arkada kalınca; Karaakar Köpüsüne ulaşır ve tekrar süzüle süzüle suları durulaşmaya başlar ve biraz ötede de Toramanın Bendi adını alır. Temizlenmenin sevinciyle yatağında oynaşmaya başlar. Yatağının sağındaki, solundaki kocaman ceviz ağaçlarının dibi oyar, köklerini açığa çıkarır. Bu kökler derenin yan oyuklarında parlak siyah yılanlar gibi yatar, durur. Asil Alleben; yeniden doğmanın sevinciyle köpürerek, coşarak çevresindeki meyve bahçelerine hayat vermeye başlar.
Karaakar Köprüsünden birkaç yüz metre sonra toprak Çakırbucağı yolu çatallaşır; sağa giden Toramanın Bendiyle yol arasındaki kara topraklı tarlalara, bahçelere ulaşır. Yolun sağ altı ile bent arasında önce domates, patlıcan, biber, mısır tarlaları vardır. Sonra erik, kayısı, zerdali, nar bahçeleri başlar. Yol çatından sola kıvrılan yol ise kırmızı topraklı; uçsuz bucaksız çok çeşitli ve bol üzümlü bağlara ulaşır.
İlkbaharın gelişiyle bizim kenar mahallenin ahalisi de yollara düşer; bağları bahçeleri doldurur. Bu coşkulu doğayla kucaklaşma; ayaklarının altında kuru sarı yaprakların “hışırtısı” bitene değin sürer. Yol boyunca hep iğde, bağ ve tarla kokusu yayılır. Uzaktan Toraman Bendinin köpük köpük çağıltısı duyulur, kuşlar, cırcır böcekleri öter. Yolun kenarında bir bahçe kuyusu vardır ve işte tam burada tarlalar ve bağlar biter; Çakırbucağı başlar. Sağlı sollu erik, kayısı, dut ver nar bahçeleri uzar gider.
Çakırdikeni, işlenmiş yumuşak toprağı sever. Maviye kaçan, gök yeşili parlak bir rengi vardır. Uçları sivri dikenleriyle yerden bir buçuk metreye kadar yükselir, sırtındaki erik yüküyle eğilen dallarla kucaklaşır. Olgunlaşmış meyve kokusuyla, kendine özgü çakırın kır kokusu tüm çevreyi sarar.
Deli Sani daha Mart bitmeden Çakırbucağına gelir, bir uçtan öbür uca kadar yavaş adımlarla bahçeleri, ağaçları dolanır. Dalları ucundan tutup eğer, tomurcukları koklar, bazan dalların ucuna tırnağını batırarak kontrol eder. Ağaçlar daha yaprak bile tutmamışken o; o sene hangi bahçenin eriği daha iyi, daha iri, daha bol olacak anlar. Sonra bahçe sahibini bulur, bahçeyi kaballar “icarlardı”. Hemen ardından da; bahar yağmuru demez, çamur dinlemez bahçeye koşar.
Nisan başında yapraklar yeşile yüz tutar, çiçekleri doğum sevinciyle coşardı. Erik ağaçları beyaz, kayısı pembemsi çiçekleriyle donanır, arılara kucak açardı. Deli Sani; başı çiçeklerle donanmış mis kokulu bu doğa gelinlerine sarılır, kabukların arasından süzülen ağaç ballarını “reçine” koklardı. Adeta ağaçlar da dilli, duygulu bir varlıkmış gibi Deli Sani onlarla konuşur, dallarını okşardı.
Dallardan çiçek yaprakları düşmeye, bahçede boğazı gıcıklayan sarı tozlar çoğalmaya başladığında Nisan sonu demekti. İşte o zaman Deli Sani; sabah namazının ardından tam bir huşu içinde, şapkasını çıkarıp göbeğinin üstünde sol eliyle tutar; sağ eli yaratana açılmış olarak kaballadığı bahçenin tüm ağaçlarını tek tek dolanır ve döllenmelerini dualarla kutlardı.
O güne dek ağaçlarla konuşup, koklaşan Deli Sani sevinçle kenar mahallenin hemen ucundaki evine koşar, hanımına müjdeyi verirdi.
Çiçekler döküldü. Meyveler toplu iğne başı gibi görünür oldu. Bu sene arılar da çok iyi çalıştı. Kısmet olursa bu yıl meyvemiz bol ve bereketli olacak.
Deli Sani’nin hanımı Kör Fatma; bu sevinçli müjdenin ardından ne yapması gerektiğini, yılların öğretisiyle çok iyi bilirdi. Deli Sani’nin geçen güz denk yapıp getirdiği ve odanın köşesine koyduğu yatağı, yemek için gerekli kap kacağı, su kabağını; ertesi günün sabahına hazırlar hazır ederdi. Deli Sani de bunları kiraladığı eşeğe yükler, geriye ta güz sonu dönerdi.
Yol boyunca yüreği hoplar durur, eşeğe:
Haydii !.. Deh, deh oğlum benim … deh!
Sevgili ağaçlarına bir an evvel kavuşmak için can atardı. Her sene aynı yolu izler ama her defasında da ona; sanki yol biraz daha uzamış gibi gelirdi. Bahçeye ulaşınca eşeği kenara bırakır, ağaçlarını özlemle kucaklar, sert kabuklarını okşardı. Sonra, daha önceden hazırladığı dört tane sırığı tam bahçenin ortasına diker, etrafını söğüt dallarıyla örüp, bağlar, üstünü de yine dallarla kapatır, kurduğu bu haymanın içine yatağını yayardı.
Yerden az yüksekçe, ağaçlar arasına kurulan bu haymada yaz günleri serin; gece uykusu, öğlen uykusu da çok tatlı olur. Söğüt dallarından örülü hayma duvarının kuruyan yaprakları esen yelle hışırdar, çevrede gece gündüz cır cır böcekleri öter. Bu dingin doğada neredeyse kuşların kanat çırpışı bile duyulur. Hele sabahın seherinde bülbüller yarışır.
Deli Sani tam da seher vakti uyanır, çevreyi dinler. Su kabağını alır ve bendin kıyısında elini yüzünü yıkadıktan sonra kabağını buz gibi pınar suyuyla doldurur. Bendin tam burasını, pınar başını çok sever. Toramanın Bendi tam burada adeta toprakla kucaklaşır, genişler, yayılır. Deli Sani oturur, eline aldığı kum tanelerini suya atar, oluşan halkalara bakar. Kurbağaların sabah korosunu dinler. Sonra kalkar bahçelerin arasından haymasına doğru yürür. Hava biraz da aydınlanmıştır. Yufka ekmekle kahvaltısını eder ve güne başlar.
Sabah serinliğinde iyi çalışılır. Deli Sani de sabahın ilk ışıklarıyla başlar günün uğraşısına. Ağaçların altını bir bir dolanır. Yeni çıkan bir ayrık otu görse hemen koparır. Dallara bakar; erik ve kayısı çağlalarını yoklar.
Bu mevsimde Çakırbucağı; özellikle cuma sabahından pazar günü akşamı geç vakitlere kadar, kenar mahalleden tut da, kentin göbeğinden sahre “piknik” için gelenlerle dolup taşardı. O günlerde Deli Sani erkenden kalkar, sopasını eline alıp bahçenin girişini tutardı. Gelenleri sevgiye karşılar, ama çocuklardan yana kaygılı olurdu. Gelenleri bahçe içinden bent kıyısına doğru geçirirdi.
Çocuklar Sani dedeyi çok severlerdi. Sani dedeleri de onları çok daha fazla severdi ama, sırtındaki erik, kayısı yüküyle beli bükülen dallara karşı çocuklar; yaramaz ve hatta acımasız olurlardı. Bunu bilen Sani dede; onlar için önceden sepet dolusu erik, kayısı hazırlar, para almadan “bunlar sizin göz hakkınız” diye verirdi. Tek isteği ise ailelerin çocuklarını kontrol etmesiydi. Ama çocuklar bir yana, yetişkinlerin bile gözü hep meyve yüklü dallarda olurdu. Arada bir Deli Sani:
Hanımlar, çocuklarınıza mukayyet olun. Dalları kırıp, yaprakları yolmasınlar. Varsa istedikleri, yanıma gelip söylesinler, beraber koparır, beraber toplarız.
Analar çocuklarına bahçeyi ve Deli Sani’yi işaretle göstererek:
Bakın, içinden geçtiğimiz bu bahçeye sakın girmeyin. Sahibi zaten deli diye namlı biridir. Derlerdi.
Öğlen yemeğinden sonra salıncaklar kurup, kovalamaca oynamaya başlayan geç kızlar gülüşüp çığlıklar atmaya başlardı. Bu coşku Deli Sani’ye de yansır, içinde ılık sevinç ve mutluluk duyguları kabarırdı.
Tam da sıra, bağ bekçisi Çolak Nuru “Nuri” tek koluyla omuzuna asılı davulunu döve döve gelirken Deli Sani de sopasını fırlatıp atar ve ellerini çırpmaya başlardı. Sonra Çolakla birlikte bent boyundaki coşkulu şenliğe karışırlardı.
Nuru davuluna vurdukça, küçüklü büyüklü tüm sahreciler etrafında toplanırlardı. Coşku halka halka büyür, Deli Sani uzatılan ilk rakı kadehinin ardından:
“Cistana yavrum cistana
Danalar girmiş bostana
Çek bostancı danayı
Kızlar girsin bostana” Türküsüne başlardı. Çolak davuluna vurur, ha babam vurur… Deli “Çek bostancı danayı” diye bağırır, kızlar çibik çalarak “el çırparak” eşlik ederlerdi. Bir süre sonra akşam yemeği hazırlığı için eğlenceye ara verilir, akşam yemeği ile yeniden başlayan eğlence gece geç vakitlere kadar sürerdi.
Bol yemekli, bol eğlenceli ve bir iki kadeh rakının verdiği keyifle oluşan coşku; Deli Sani’nin özünü ortaya çıkarırdı. Deli’nin insan sevgisi ağaç sevgisinden ağır basardı. ”Çek bostancı dananı, kızlar girsin bostana” demesi de bundandı. İsterdi ki çocuklar, gençler, herkes ama herkes canının çektiği, elinin erdiği dalda canının istediği kadar meyveyi toplasın, yesin…
İsterdi ki tüm insanlar bugün olduğu gibi eğlensin, şen olsunlar, özgür olsunlar ve bellerini kıvırarak gezen kızlar melek, tüm bahçelerin çocuk sesleriyle çınlayan cennet bahçesi olmasını düşler ve dilerdi.
Yudumlanan kadehler Deli Sani’nin kanını ısıtır, yüreğini coştururdu. İçinde saklı tutsak duygular, hiç çocuğunun olmayışının derin acısı beyninde bir alev topu gibi yanıp sönerdi. Çakır dikeni ayıklanmış bahçesine tüm çocukları çağırır:
Bahçe sizin. Canınızın çektiğini hangi daldan isterseniz ondan koparın yiyin.
Der. sonra kendisi bent başına giderdi. Gece olunca lüks lambası bir ağacın dalına asılır, son kadehler yudumlanır, son şarkılar türküler söylenirken erik, kayısı dallarının arasında yıldızlar oynaşırdı. Kadınlar; kara pınarın suyunda yıkadıkları kap kacağı toplarken genç kızlar uyuklayan kardeşlerini kucaklardı. Geleneksel bir hafta sonu sahresi böyle biterdi. Deli Sani, bir sonraki hafta sonunu sabırsızla beklerdi.