Bir frengi vakasını anlattığım o anı kitabından alıntılar yapmaya devam etmem gerektiğini  söylüyor duygularım. Kocasından frengi kaptığını düşünen  eşinin duygusal durumunu anlatacağım. Elbette insanın acıma duygusu bir yerlerden  kendini gösteriyor ve vicdan harekete geçiyor. Hani o söz çok önemlidir: ‘’Vicdan asla unutmaz!’’ Acıma duygusu dedim de aklıma geldi; bir romanda rastlamış olduğum ‘’acıma duygusu’’nun tanımına burada değinmeden geçemeyeceğim. Yazar şöyle tanımlıyordu acıma duygusunu…’’İki tür acıma duygusu vardır. Birincisi duygusal ve zayıf olanı, başka birinin yaşadığı felaketlerden kaynaklanan acı ve hüzünden olabildiğince çabuk kurtulmak için çırpınan yüreğin sabırsızlığıdır. Bu, bir acıyı birlikte hissetmek değil, ruhun yabancı bir derde karşı kendini  içgüdüsel olarak savunması anlamındaki acıma duygusudur.’’

            İşte tanım bu…Biz stres altındaki kadının bundan sonra yaşadıklarına bir bakalım. İşte yine o anı kitabından aktarımlar…

            Ebe Pelageya İvanovna’yı çağırdım ve birlikte jinekoloji koltuğu bulunan başka bir odaya gittik.

            ‘’Ah, hain, rezil herif’’ diyordu Pelageya İvanovna ağzının içinden fısır fısır. Kadın susuyordu. Karanlık iki çukur gibi gözleri pencereden dışarıya bakıyor, akşamın çöküşünü izliyordu. Hayatımın en ciddi muayenelerinden biriydi. İvanovna’yla kadında incelemedik yer bırakmamış ve hiçbir yerde şüpheli bir bulguya rastlamamıştık.

            ‘’Biliyor musunuz’’ dedim ümitlerimin boşa çıkmamasını ve o korkunç, sert, ilk yaranın daha sonra ortaya çıkmamasını öyle istiyordum ki o an ‘’biliyor musunuz, artık endişelenmenize gerek yok! Bir ihtimal var, evet. Daha sonra her şey olabilir, fakat şu an hiçbir şeyiniz yok.’’

            ‘’Yok mu?’’ diye sordu kadın boğuk bir sesle. ‘’Yok mu?’’ diye tekrarladı gözlerinin içi paralayarak ve birden yanakları al al oldu. ‘’Ya birden ortaya çıkıverirse? Olur mu öyle bir şey?’’

            ‘’Evet, hiçbir şey yok’’ diye karşılık verdi İvanovna, sesi benimkinin yankısı gibiydi.

            Kadınla birlikte birkaç dakika daha fısıldaşarak kimi tarihler, farklı mahrem konular üzerinde konuştuk ve kadına düzenli olarak muayenehaneye gelmesini salık verdim. Şimdi kadına bakıyor ve paramparça olduğunu görüyordum. İçinde bir ümit doğmuş, sonra hemen ölmüştü. Bir lez daha gözyaşlarına boğuldu ve bir gölge gibi muayenehaneyi terk etti. Başının üzerinde bir kılıç asılıydı artık. Her cumartesi sessizce muayenehaneme geliyordu. Zayıflamış, elmacık kemikleri iyice ortaya çıkmış, gözleri çökmüş, etrafı morarmıştı. Derin bir düşünce dudaklarının kenarlarını aşağı indirmişti. Alışıldık  hareketlerle başörtüsünü açıyor ve üçümüz birlikte ikinci kata gidiyorduk. Orada da kadını muayene ediyorduk. Üç cumartesi geçmiş ve kadının vücudunda hiçbir yaraya rastlamamıştık.Sonra yavaş yavaş toparlandı. Gözleri yeniden parlamaya başladı, yüzü canlandı, bitkin ifadesi yok olmuştu artık. Şansımız daha da artıyor, tehlike gittikçe ortadan kayboluyordu. Dördüncü cumartesi artık daha emin konuşuyordum. Omuzlarımdaki yük yüzde doksan hafiflemiş, olumlu sonuç alma ihtimali o dnli yükselmişti. 21 günlük süreç fazlasıyla iyi geçmişti, fakat ilk yaranın çok uzun zaman sonra ortaya çıktığı vakalar da oluyordu. Neyse ki bu dönem de geçmişti. Birgün, bezelerini son bir kez elimle muayene derken pırıl pırıl aynayı bir kabın içine fırlattım ve şöyle dedim kadına:

            ‘’Şüpheli hiçbir durumunuz kalmadı. Artık gelmenize gerek yok. Bu da çok iyi…’’

            ‘’Hiçbir şey olmayacak mı?’’ diye sordu kadın hiç unutamayacağım bir tonda.

            ‘’Evet, hiçbir şey.’’

            O andaki yüz ifadesini kelimelerle anlatabilecek kadar yetenekli değilim. Yalnızca hürmetle eğilip selam verişini ve çabucak muayenehaneyi terk edişini hatırlıyorum. Fakat bir kez daha gelmişti. Bu kez elinde içinde yaklaşık iki litre tereyağı, yirmi tane yumurta olan bir bohça vardı. Büyük bir mücadeleden sonra ne yumurtayı, ne de yağı almıştım. Bu denli genç bir doktor olarak bu durum beni çok gururlandırmıştı. Ama sonradan devrim yıllarında açlıkla cebelleşmek zorunda kalınca gaz lambası, o siyah gözler, üzerinde parmak izleri ve aşağı doğru akan su damlacıkları olan altın sarısı tereyağı parçası az gelmedi aklıma…