Adetim olduğu üzere o hafta sonunda da zaman ayırıp İl Halk Kütüphanesi’ne gitmiştim ve elimdeki kitapları teslim etmekteydim görevli memura. Hava soğuk olduğundan deri şapkam kafamdaydı ve bir de üstüne üstlük maske takmıştı. Anlayacağınız şu ki sadece gözlerim ortadaydı. Hani bu halimle bir banka şubesinden içeri girmiş olsaydım eminim ki kapıdaki güvenlik görevlisi bana hissettirmeden beni şüpheli sınıfına sokardı ve göz hapsine de alırdı.

    Neyse, kütüphanede görevliye kitapları iade ederken maskemi de çıkarıyordum. Ve ‘’geç iade ettiğimin farkındayım, ya kırmızı kart, ya da sarı kart göstereceksiniz, biliyorum. Hakkımı kaybettiysem zorlamayın kendinizi, bekleme müddetinden sonra yine gelirim’’ dediğimde memur başını kaldırıp benimle göz göze gelip tebessüm ediyordu. ‘’Yok’’ diyordu, ‘’bunları üzerinizden düşeyim, yeni kitap alma hakkınız da devam ediyor!’’ Rahatlamıştım, zira meşguliyetimden dolayı kütüphaneye gidemiyordum. O sırada yanımda da bir başka kitap kurdu duruyor ve sıranın kendisine gelmesini beklemekte… Nerden aklıma geldiyse bie espri yapıyordu: ‘’Yani’’ diyordum, ‘’bu kitap okuma alışkanlığı da viral ve de bulaşıcı bir hastalık işte. Ne yapalım, bir defa bu hastalığa kapıldık, kurtaramıyoruz. Bakın şu karşıdaki kahvehaneye gidip okey oynayarak hoş vakit geçirmek varken gelmişim raflar arasında dolaşıyorum. İş mi yani!’’

    Sesimden veya simamdan tanımış olmalı ki o ana kadar bana dönüp bakmayan o okuyucu tebessüm ediyordu…’’Hocam, sesinizden çıkardım. Merhaba, nasılsınız. Beni tanımadınız galiba, abim Mustafa’yı seneler önce prostattan ameliyat etmiştiniz. Biz sizi unutmadık!’’

    Elimi omuzuna koyuyordum…’’Hatırladım, Mustafa bey çok naif bir insandı, hani halk arasında böylelerine 'karınca incitmeyen adan’ derler ya…hafızamda öyle yer etmiş. Selam söyleyin!’’ Yüzündeki ifadeler hüzüne doğru kayıyordu…’’Abimi 10 yıl önce kaybettik’’ diyordu.

     Ve o yazarın bütün kitaplarını okumayı hedef olarak seçmiştim. O yazarın adını gördüğünde memur şöyle diyordu: ‘’Aynı yazarın eserlerini iade ediyorsunuz, aynı seriye devam etmek istiyorsanız size göstereyim!’’ Sağ elimle kavis işareti yapıyordum havada…’’Zahmet etmeyin, ben görüyorum, işte karşıdaki rafta dizililer!’’

    Ve o rafa gidip beş kitap seçiyordum. Görevlinin önüne koyduğumda tebessüm ediyordu…’’Müdür bey geçenlerde toplantı yaptı, üç kitaptan fazla verilmeyecek dedi. Bu yüzden üçünü seçiniz’’ diyordu. Ben seçerken demek ki dayanamadı…’’Tamam, dört tane veriyorum’’ diyordu.

    ‘’Hayır’’ diyordum, ‘’zor durumda kalmanızı istemem, kural kaide neyse uyarım!’’

    ‘’Aman hocam’’ diyordu,’’verdim gitti!’’

    Ve o yazarın kitaplarını poşete koyup uzatıyordu. Çocuklarımıza okuma sevgisini aşılamalıyız diye düşünüyorum. O özlü söz aklıma geliyordu:  ‘’Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi!’’

    İşte bir hatıram tetiklendi. Seneler önce İtalya’ya gitmiştim. Oradan günübirlik seyahat olarak otobüsle İsviçre’ye geçmiştik. Göl kenarındaki Lugano şehrine varmıştık. Gidenler bilir, şehir de adın Lugano Gölü’nden almakta. Ben de şöyle göl kenarında yürüyüş yapıyorum. Seyyar bir raf dizisi dikkatimi çekmişti. Yaklaştığımda kitap raflarını görmüştüm. Çok hoşuma gitmişti. İnsanlar okuduğu kitabı bırakıp yeni kitap almakta. Herhangi bir görevli de yok. Ben de bir kitap seçip almıştım. O anda şöyle düşünüyordum…’’Bilgi toplumu olmak işte bu…Okumaktan geçiyor!’’

    Kara ğara aklayan bir ülke olarak görürüm İsviçre’yi ve bu yönüyle çok eleştiririm, ama okumak da bilgi toplumu olmanın olmazsa olmazı…Elbette Batı medeniyeti’nin güzel yönlerini alacağız, ama önce kendi medeniyetim gelir. Vahşi bankacılık sistemini elbette onaylamam mümkün değildir. Zira Orta Doğu’daki zebani ve vahşi Arap rejimlerinin başındaki ‘’Firavun’’lar halkın parasını bu kapitalist ülkenin bankalarında istifleyip geleceklerini garantiye alıyorlar.

    Aaa! Amma da yazmışım…Kısa günün karı işte. Zaten telefonum çalıyor ve acil servisten de arıyorlar…

      Derler ya ‘’göze yasak olmaz!’’ Elbette ‘’klavyeye de yasak olmaz!’’ Ama benim klavyem gönüllerde sam yeli estirir. Zira ‘’klavye teröristi’’ olmak bize yakışmaz…