Genç bir insanın koluna girmiş vaziyette içeri giren o hastamın acısı adeta yüzünden okunmaktaydı. Ağarmış saçlarından aşağı sarkan perçemi, havuç misali uzun ve kızarmış burnunu kısmen örtmekteydi. Çökmüş avurtlarından aşağı doğru inen vadi şeklindeki çizgilerden yılların yorgunluğunu okumak mümkün oluyordu sanki... Ayakta durmakta zorlanıyordu ve terbiye ve edebinden ben otur demeden oturmayacağını hissetmekteydim o an... Sağ elimle işaret ediyordum 85 yaşındaki bu erkek hastama: ''Şahin bey buyurun oturun şöyle!'' Bakışlarını bana doğrultup ''hortum acı veriyor, nasıl oturayım ki'' dediğinde şaşırmamıştım. Ona refakat eden yakınına soruyordum: ''Galiba mesanesine sonda taktılar, öyle mi!'' Omuzlarını silkiyordu... ''Hocam bilmiyorum, ama galiba sonda değil de başka bir şey, ben de anlayamadım... Bir baksanız!''
''Galiba babanız'' diye sorduğumda bir süre sessiz kalıyordu... ''Babam değil komşum, ama manezi babam olarak görüyorum garibim Şahin amcayı! Tek başına yaşıyor apartmanın giriş katında. İçeriden iniltiler gelince dün gece, apartman görevlisi duymuş ve gelip benden yardım istedi!''
Hastaya dönüyordum...''Şahin bey, ne sıkıntınız var? Bir de sizden dinleyeyim!'' Masama doğru yaklaşıyordu.... ''Kulaklarım ağır işitir de, şöyle yaklaşayım. Yalnız yaşıyorum, dün gece idrara sıkıştım. Tuvaleti mesken edindim, baktım ki olacak gibi değil, kendimce bir çare geldi aklıma!''
Merak etmiştim, sözünü kesiyordum. Zaten biz de hastaların sık sık sözünü keseriz ya! Okumuş olduğum bir yabancı makalede şöyle diyordu: ''Hekimler hastaları dinlerken hemen sözünü keserler. Yapılan bir araştırmaya göre her 17 saniyede bir hastaların sözünü kestikleri ispatlanmıştır.'' Ve işte ben de itiraf ediyorum, ben de sözünü kesmiştim.
''Nasıl bir çare?''
Bakışlarını benden kaçırıp mahcup bir ifadeyle anlatmaya başlıyordu: ''Patlayacak gibiydim, mutfağa gidip su hortumunu buldum ve bıçakla yirmi santimlik bir parça kestim ve penisimden içeri ittim. Biraz idrar geldi, iyice gelsin diye biraz daha içeri iteyim dedim. Bir de baktım ki ortada hortum mortum kalmadı. Ucunu kaçırdım ve hortumun tümü idrar keseme kaçtı!''
Tebessüm ediyorum... ''Yani attaa!'' Elbette ona kızacak değildim. Yalnız yaşayan bu insanın zaten psikolojik çöküntü içinde olduğunu bilmezlikten gelebilir miyim! Bir değersiz hissetme duygusu içindeki bu insanı muayene ediyordum. Poliklinikte uğraaaşmama rağmen çıkaramadığım bu ''hortum'' için film çektiriyordum ve gerçekten de mesanesinde kocaman bir yabancı cisim görüyordum. Böyle hastalar yaşa bağlı olarak hallusinasyon görebilir ve hekimi de yanıltabilir yani...Röntgen ile teyid etmenin gereği vardır. Ve anesteziye hazırlayıp ertesi gün ameliyata alıyorum. Ama bizim hortum kardeş üretraya öyle bir taht kurmuş ki çıkarmak mümkün olmuyor. Açık cerrahi yöntemi de hasta için riskli olduğundan bu yola da başvuramıyorum haliyle... Serviste hastaya ve uzaktan gelen oğluna bunu anlattığımda hastanın bakışlarından adeta düşüncelerini okuyorum: ''Anlat anlat, heyecanlı oluyor. Beceremedin de kırk dereden su getiriyorsun!''
Ve bir eğitim hastanesine başvurmasını önererek taburcu ediyorum. Aradan üç ay geçiyor. Birgün polikliniğe onun yaşlarında bir hasta geliyor, bakıyorum bakıyorum... Hani içimden şöyle geçiyor: ''Ben bu yüzü bir yerlerden tanıyor gibiyim.'' Özellikle masum yüzler hafızamda kendine ayrı bir yer bulur... İlk sorumuz elbette şu oluyor: ''Ne şikayetiniz var?'' İsmi de hafızamdan silinmiş elbette... Masama yaklaşıyor ve iki elini de koyup beline bir kavis yaptırıyor ve bir süre sessizce bakıyor. ''Evet'' diyorum, ''sizi dinliyorum Şahin bey!'' Hesap sorar gibi bir ses tonuyla ''hani mesaneme hortum kaçırtmıştım ya, ameliyatla çıkaramamıştın ya!'' diyor. Ayağa kalkıyorum... ''Evet evet hatırladım'' diyorum. Ve devam ediyorum... ''Hangi hastanede aldırdınız hortumu?'' Geçip koltuğa oturuyor ve ''kendim çıkarttım'' diyor.
Merak ediyorum...''Nasıl yani!''
''Gayet kolay'' diyor, ''içeriye 15 gram zeytinyağı sıkıp kanalı yumuşattım ve sonra da karga burunlu pense ile tutup çıkardım. Anlatıyorum ki böyle benim gibi hastalar gelince zeytinyağı kullanasınız!''
Espri yapıyorum... ''Şahin bey yani diyorsun ki 'sözü söyle alana, kulağında kalana' öyle mi?'' Başını öne eğiyor... ''Haşa size yol göstermek haddime mi!''
Ve veda edip gidiyor. Ben de yazıyorum işte bu enteresan vakayı...
Hani derler ya ''alim unutmuş, kalem unutmamış!''