Okul Müdürü Kemal’i odasına çağırdı ve babacan bir tavırla:
Çok çalışkan bir öğrencisin. Bu gidişle okul birinci sen olacakmışsın gibi görünüyor. Ama arkadaşlarınla pek uyumun yok. Aslında her biriniz yurdun bir başka yerinden seçilerek geldiniz. Sen içe kapanık mutsuz görünüyorsun. Ben seni de diğer öğrenci çocuklarım gibi mutlu görmek istiyorum. Senin geldiğin okuldan, en iyi arkadaşını da buraya getirmek istiyorum. Şimdi bana o arkadaşının adını söyle, en fazla iki hafta sonra burada olur.
Bekir …
Geçen sene ben olmasam Bekir okul birincisi olurdu. O da okula çok uzak evinden benim gibi yürüyerek gidip geliyordu.
Buradaki okulumuzda yurdun değişik yerlerinden, Batı Trakya’dan ve hatta Libya’dan gelen yaklaşık yüzon parasız yatılı öğrenciydik. Bu öğrenciler çalışkan ve ancak maddi durumları yeterli olmayan ailelerin; erkek çocuklarıydı.
Ben okula epeyce ara vermiştim ama; okuma ateşi içimde hiç sönmemişti. Sanat okuluna başlamadan önce her fırsatta kitapçılara gider, kitaplar incelerdim ve param yettiğince de alır okumaya çalışırdım.
Kitapçıların çoğunda dini içerikli kitaplar vardı. Tarikat yayınları ağılıktaydı. Kitapçıları sık dolaştığım için beni tanır olmuşlardı. Bedava kitap vermeyi teklif eder, sohbetlere katılmaya davet ederlerdi. Onlardan hep uzak dururdum.
Okula başlayınca da önceliğim zaten derslerim olmuştu. Okulda genç ve güzel bayan Türkçe öğretmenim benimle yakından ilgilendi. O güne kadar okuduğum, okumaya çalıştığım kitapların yaşıma ve eğitim düzeyine uygun olmadığını geç de olsa kavramış oldum. Hele ki kendimi o tarikat yayınlarından uzak tutmanın ne kadar doğru ve isabetli olduğunu ise; yıllar sonra Bekir sayesinde ve de içim acıyarak öğrendim.
Müdür bey beni yine odasına çağırdı.
Bu hafta içinde sınıf arkadaşın Bekir burada olacak. Onu senin sınıfına vereceğim. İki arkadaş daha çabuk uyum sağlarsınız. Hadi gözün aydın olsun. Göreyim sizi…
Müdür beyin dediği gibi Bekir geldi, çok sevindim. İkimiz daha çok çalışır, daha başarılı oluruz diye düşünüyordum.
Okulumuzda yatılı öğrenciler için uygulanan tam ve sağlam bir düzen vardı. Sabah kahvaltı sonrası bir etüt, akşam yemek sonrası iki etüt saati nöbetçi öğretmen gözetiminde ders çalışılıyordu. Banyo günlerimiz, çamaşırlarımızın yıkanması tam bir düzenle yürüyordu. Hatta saç tıraşımız için pazar günleri berber gelirdi. Bütün bu parasız yatılı öğrencilik sürecinde bizden beklenen tek şey derslerimize başarılı olmamızdı.
Başlangıçta Bekir’le uyumlu bir çalışma düzeni kurmak için çok çaba harcadım. Bekir’in ailesinin olanakları sanırım bizimki kadar dar ve kısıtlı değildi ki; Bekir ders çalışmaya pek hevesli görünmüyordu. Oysa benim için tek çıkar yol, devletin bana sunduğu bu olanakları en iyi şekilde değerlendirerek okumak ve başarılı olmaktı.
Kısa süre sonra ben sıramı değiştirdim. Çünkü ben dersime çalışmak istiyordum, o konuşmak ve şamata yapmak istiyordu. Geldiği ilk yıl bir üst sınıfa geçti ama iyiler yarışında yoktu. Ben hem sınıf hem okul bincisiydim.
Bir sonraki yıl iyice anladım ki; Bekir arkadaşım memleketteki o tarikat kitapçılarının ağına düşmüş ve pozitif hayattan adım adım uzaklaşıyordu.
Müdür Bey yarıyıl sonunda yine beni odasına çağırarak:
Bekir’in bir aile sorunu mu var? Üç dersten zayıfı var. Yatılı öğrencilerde biz bunu pek kabul edemeyiz. Sen onu takip et, öğren. Bir sorunu varsa çözmeye çalışalım.
Ben “Bekir’le hayata bakış açılarımız farklılaştı” diyemedim. Bekir yıl sonunda bütünlemeye kaldı. Ben yine birinci oldum.
Yaz sonu okul yeniden açıldığında ben Bekir’den iyice uzaklaşmıştım ama o bana sürekli sataşır olmuştu. Yine bir akşam etüdünde ertesi gün yapılacak fizik dersi sınavı için çalışıyorum, Bekir yanıma geldi ve:
Bak oğlum bu dünya boş, sen biraz da öbür dünya için çalış. Bana gelen kitaplardan bir ikisi okusan zaten bu dünyanın boş olduğunu anlarsın.
Bekir yarın fizik sınavımız olduğunu unuttun mu?
Fizik dediğin fendir. Bak; fen dinsizlik, din fensizlik yaratır. Sen de tam fen için çalışıyorsun… senin sonun, benim yolum belli…
Sonunda ben okulumdan başarılı olarak mezun oldum ve yüksek öğrenimimi de tamamladım. Bekir son sınıfta kalmıştı. Aradan uzun yıllar geçti. İşyerimde telefonum çaldı, arayan Bekir.
Ben otogardayım. Sana nasıl gelebilirim?
Ben hemen gelip seni alacağım.
Gidip aldım onu. Okulu bitirip diploma alamamış. Evlenmiş, üç kızı olmuş. Üçü de çalışıyormuş. Emekli olamadan çalıştığı kurumdan işine son verilmiş. İşe ve desteğe ihtiyacı olduğunu anlatı. O gece bizim evde ağırladık Bekir’i. Ertesi gün bir miktar harçlık vererek onu yolcu ettim. Sonrasında sık sık telefonla arar oldu, sonra yine geldi.
Bu defa dönmek istemiyordu. İşyerinde bekçilik niyetine bir köşeye kıvrılıp kalmak istediğini söylüyordu. Durum hiç hoş ve normal değildi. Yine iki gün evimizde ağırladık. Eşim bir şekilde eşinin adını ve telefonunu öğreniyor ve arıyor.
Bekir çalıştığı devlet kurumundan bir sebeple atılıyor. Çalıştığı dönemde de sorunlu olan aile hayatı, işsiz kalınca iyice çekilmez oluyor. Kızlarının kazandığı paraları zorla alıyor; içki ve kumarda kaybediyor. Eşine ve kızlarına eziyet ediyor. Bekir’in eşi “onun dil dökmesine sakın kanmayın, sakın para vermeyin. Ben boşanmak için mahkemeye verdim. Evimiz yok, kirada oturuyoruz. Kızlarla karar verdik, onu kesinlikle eve almayacağız” diyor.
Tarikatın bitirdiği bir hayatın üzülerek tanığı olmuştuk. Benden sonra okulun en çalışkan öğrencisi Bekir, yıllar sonra; saçları ağarmış, çok zayıf ve hırpani bir şekilde karşıma çıkmıştı. Elbette çok üzücü bir durumdu. Ama benim için kararlı bir duruş da gerekiyordu.
Bir miktar para vererek; bundan böyle beni aramamasını ve kesinlikle kendisine bir daha yardımcı olamayacağımı söyledim.
Ben şansım varmış ki o tarikat ağına düşmedim diye şükrettim ama, Bekir’e gerçekten yazık oldu.