Yatılı okullar arkadaşlık, dostluk ve kardeşlik yuvası gibidir. Sabah kalkar birlikte kahvaltı ederesiniz, ardından sabah etüdü (ders çalışma) ve sonra ders zili çalar…
Öğlen yine aynı yemekhanede ve aynı yemeğe kaşık çalarsınız. Akşam yemeğinden sonra bu defa akşam etüt saatleri başlar, ertesi günün derslerine, sınavına hazırlanırsınız. Sonra yatma saati ve yine aynı oda ve koğuşta yatılır.
Ailenizle olan ortak zamanınızdan çok daha fazlasını okuldaki arkadaşlarınızla geçirir; adeta büyük bir ailenin yaşları hemen hemen denk veya en fazla iki, üç yaş aralıklı kardeşleri olursunuz.
Sonunda okul biter ama arkadaşlık, dostluk, kardeşlik bitmez. Yine birlikte olmayı çok arzu etseniz de; hayatın yeni yol ve çizgileri buna pek olanak vermez. Çünkü yüksek öğrenim, yapılan tercihler nedeniyle artık farklı okullarda ve hatta farklı illerde öğrenim ve hayat devam eder. Yeni arkadaşlar, yeni dostluklar kurulur ama, yatılı okulun arkadaşlığının yeri her zaman ayrı ve özel olarak kalır.
Ben de Talip arkadaşımı yatılı okulda tanıdım. Tam bir Karadenizli, sevecen ve arkadaş canlısı. Şiire olan merakımız bizi çok özel iki kardeş yaptı. Taliple aynı sınıftaydık. Talip derslerinde pek başarılı değildi. Ama şiir konusunda üstüne yoktu.
Akşam etütlerinde çoğunlukla yanıma oturur yeni yazdığı şiirini okumamı isterdi. Ben de ona; ders çalışmamız gerektiğini anlatmaya çalışırdım. Zaman içinde Talip arkadaşımın kendi yazdığı bir iki mısranın arasına ünlü şairlerimizin şiirlerinden alıntı ve montajlama yaptığını fark ettim. Şiiri bütünüyle kendisininmiş gibi sunması hiç doğru değildi ama çok güzel yakıştırıp, bütünleştiriyordu.
Genç olmanın olağan heyecanını, ateşini ve doğal olarak acılarını da tam olarak yaşadığımız bir dönemden geçiyorduk. Sanki tüm kızlar Talip için yanıp tutuşuyordu. Talip kendi dünyasında ve kafasında özele yarattığı sevgiliye sürekli şiirler döktürüyordu. Ama yıl sonunda da sınıfta kaldı.
Yeni ders yılı başında küçük kardeşi de bizim okula yatılı geldi. Mehmet Talip’ten iki yaş küçüktü ama Talip bir sınıf gerimizde kalmıştı ve küçük kardeşi Mehmet sınıf arkadaşım olmuştu. Gece etüt saatlerinde Talip yine hep yanıma oturdu, yine şiirler yazdı. Yazdığı tüm şiirler hayalindeki sevgili içindi.
Talip her tatil günü sabahtan akşama kadar postanenin karşısındaki kahvehanede oturur, birileriyle kağıt oynardı. Tatil gününün akşam etüdünde de; o sevgiliyle kırlarda nasıl el ele dolaştığını ve yine o sevgiliyle olan hayal ürünü macerasını sahiciymiş gibi bana anlatırdı. Oysa öyle bir sevgili yoktu ve hiç de olmadı.
Okul bitti. Üniversitede İlk günüm ve Mehmet de aynı üniversiteyi ve benimle aynı bölümü seçmiş ve iki yatılı yine aynı sınıfta buluştuk. Talip’i sordum. Yine sınıfta kalmış ve “belge” almış. Doğal olarak çok üzüldüm. Çok geniş bir hayal ve düş dünyası vardı. Elbette hayallerinin yıkımı onda büyük bir çöküntü yaratmış olmalıydı. Tüm ısrarlı çabalarıma karşın Talip’le görüşme arzum bir türlü gerçekleşmedi.
Son sınıftaydık ve son haftalardı. Mehmet’e yine Talip’ görmek istediğimi söyledim ve Mehmet:
- Talip abim bir torna atölyesinde çalışıyor. Babamlar onu memleketten bir kızla evlendirdi. Abim içine kapanık bir yaşam sürmekte. Eski arkadaşlarının hiçbiriyle görüşmüyor. Bana bile mesafeli bir duruşu var.
- Sen yine de benim onu çok özlediğimi ve görmek istediğimi söyle.
- Onu en iyi tanıyanlardan birisin. Hayal dünyası yıkıldı. Evliliği de; abim belki düzelir umuduyla ailenin zoruyla oldu. Abim, bu dünyanın gerçek düzeni ile hayal dünyası arasında kaybolmuş biri. Bünyesi iyice çökmüş, zayıflamış ve hatta ihtiyarlamış bir görünümü var.
- Çok yazık olmuş Talip kardeşime.
- Ben gelinimize, yani eşine de çok acıyorum. Gencecik, masum yüzlü bir kız. O da bizden, akrabadan bir kız.
- Talip sevdiğim bir arkadaşım ve hatta kardeşim gibi. Çok ama çok üzüldüm. Askerlik işi noldu?
- Bünyesi çok zayıf olduğu için askere de almadılar. Çok sigara içiyor. Ben de kötü hastalığa yakalanır diye korkuyorum.
- Sen yine de görüşmek istediğimi ve selamımı söyle.