Adetimdir, ameliyat aralarında bir bardak çay içerim ve o benim yorgunluğumu alır.
O gün de bankın önünde çay içiyordum ve o anda sedyedeki hastamı da ameliyat masasına götürdiklerini görüyordum. Ayağa kalkıp el sallıyordum ve tebessüm ediyordum. Sağ elimle de ''rahat ol'' anlamındaki o meşhur teselli hareketini yapıyordum. Yanımdaki koltuklarda da meslektaşlarım çay içip sohbet etmekteydi. Yanımda oturan Murtaza'ya az önce yaşanan bir aksaklıktan dolayı ''kusura bakma'' diyordum. Halbuki aslında kusur da bana ait değildi, kendisine aitti. Ama bu bir incelik ve hayatı okuma ve insanları idare etme meselesi...Hayatı idare etme meselesi desek daha uygun düşer sanırım. Muhatabım birden yüzünü ekşitip bana nezaket sınırlarını zorlayan bir hitap şeklini seçmez mi! Şaşırmıştım, ne umdum, ne buldum diye düşünmekteydim. Şaşırmıştım, çünkü ondan beklemediğim bir hitap şekliydi ve görgü ve nezaket kurallarını ve tahammül sınırlarını zorluyordu. Ne diyorsam ters cevapla karşılaşıyordum. Hani burada bir nevi savunma pozisyonuna girmiştim ister istemez...Yani olay öyle gelişmişti. Halbuki tam tersi olmalıydı. İöimden de ''özgül ağırlığını ön plana al muhatabının, ona göre davran'' diyordum. Bir trafik polisi gibi sağ elimle de ''dur, tamam, neyse, uzatma'' anlamında işaret yapmam da bir işe yaramıyordu. Hemen kalkıp oradan uzaklaşıyordum, ama muhatabım hala konuşuyordu. Ben de biraz sonra oradan çıkıp ameliyat odasına yöneliyordum ve ameliyata başlıyordum. Çıkıp koridorda tur atarken kalbi dost Serkan yanıma geliyordu. ''Abi bir saat önceki nahoş olaya şahit oldum, gördün ya karşındaydım. Hep alttan alıyordun. Neden susturucu bir cevap vermedin! Vallahi sana kızmadım da değil! Halbuki senin kelime hazinen geniş, isteseydin öyle cevaplar verirdin ki!''
Tebessüm edip elimi omuzuna atıyordum Serkan'ın... ''Serkan'' diyordum, ''o sözü çok severim!''
''Hangi sözü?''
''Dilin cümrü küçük, cürmü büyük!''
Şaşırıyor...''Abi bu ne güzel bir söz.. İnan ilk defa duyuyorum!'' Bir odaya giriyoruz rahat konuşmak için. ''Bak'' diyorum, ''insanlar konuşurken farkında olamdan meşrebini ortaya koyduğu gibi bilinç altını da kusar!''
''Kusar mı? Nasıl yani? Yoksa bununla ilgili bir özlü söz mü söyleyeceksin yine!''
Gülüyorum...''Vet, söyleyeceğim, ama akşam evde anlamına bakarsın herhangi bir kaynaktan. Burada açıklarsam işin tılsımı bozulur. Zira biraz karmaşık bir söz, ama söz de söz yani!''
''Abi merakta bırakmayı ne de çok seviyorsun, söyle, çatlayacağım!'' Sırtını sıvazlıyorum... ''Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söylermiş!''
Omuzlarını silkiyor...''Cehaletime ver, inan hiçbir şey anlamadım!'' Tebessüm ediyorum... ''Estağfurullah! Akşam internetten bakarsın anlamına!''
''Bak'' diyor, ''laf lafı açıyor. Böyle insanlar zaten kitap falan okumaz, internetle ve köşe yazarcıkları ile millete akıl satarlar!'' Göz göze geliyoruz... ''Serkan zaten problem de burda ya! Şimdi ben bugün o arkadaşı fazla muhatap alsaydım özgül ağırlığı kat be kat artacaktı. Yani biliyorsun herkesin bir özgül ağırlığı vardır. Bir de böyleleri cürmü kadar yer yakar. Böyle tiplere adım başı rastlarsınız. Bunları değersizleştirmenin en güzel yolunu sana söyleyeyim mi!''
Başıyla onaylıyor... ''Söyle!''
''Bak işte söylüyorum, bunları muhatap almayacaksın. Söylediği cümlelere cevap vermezsen çöp kutusuna atmış oluyorsun. Böylece çok da matah bir insan olmadığını ona dolaylı yoldan anlatmış oluyorsun!''
''Bir de orada söylediğin o söz çok hoşuma gitti. Hani dedin ya 'biz uhrevi düşünürüz, şeytani düşünmeyiz!' Oradaki herkes de bu sözden nasibini almıştır sanırım! Yani bir nevi 'kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla' gibi.'' Elini çenesinin altına koyuyor... ''Fakat'' diyor, ''sessiz kalınca da bunu başka türlü yorumlayanlar olabilir.'' Sözünü kesiyorum... ''Yani aciz olarak nitelerler mi demek istiyorsun? Belki haklısın, ama susmak aczimizden değil, terbiyemizden ve edebimizdendir!''
''Abi tokat gibi ifadeler bunlar!''
''Bak Serkan'' diyorum, o sözü de çok severim. Bilge kişi diyor ki sus da insan sansınlar!''
Hani anı anıyı tetikler ya... Maziye götürüyor duygularım ve hafızam beni... ''Bak Serkan asistanlığıma ait bir anı aklıma geldi, anlatayım mı?''
''Anlat!''
''Şairin o sözünü çok severim.'Siz hayat süren leşler' diyor ya! Bir asistan arkadaşımız vardı, eskiler böylelerine 'mazarrat' derler. Bu tanıma az çok uyuyor. Adamın işi gücü şeytani planlar yapmak... Elbette ucu da bize dokunuyor. Bu bir ekip çalışması nihayetinde... Kızım sana diyorum, gelinim sen anla misali ortaya Bir şey söylüyorduk ki kendine bir çekidüzen versin, ama ne fayda... Baktık ki olacak gibi değil, toplanıp başasistana gidiyorduk. Pek de hoş bir yol değildi bizimki, ama mecbur bırakmıştı Bizim Ebuzittin. Anlatıyoruz başasistana, ama vücut dilinden de anlıyoruz sadece dinler gibi göründüğünü. En sonunda ne dese beğenirsin!''
''Ne dedi?''
''Damdan düşer gibi demez mi 'ben Ebuzittin'i kimseye yedirmem!' Haydaaa! Hani derler ya kel alaka veya al sepetten bir hıyar. Sanki bizim karnımız aç, canımız et istemiş de diyoruz ki Ebuzittin'in etini yemeye geldik!''
''Eeee!''
''Yanımdaki arkadaşımın kulağına fısıldıyordum...Bizi yamyam sandı başasistan. Halbuki beyazız. Ayrıca o sırada Şeyh Şamil'in Rus Çarı'na söylediği tokat gibi o söz aklıma geliyordu.''
''Abi merak ettim şu cevabı!''
Saatime bakıyorum. O sırada teknisyen sesleniyor: ''Hocam hastanın anestezisi yapıldı, boyadık bile!'' ''Serkan ameliyattan sonra anlatayım'' diyorum ve ameliyata giriyorum.
Ve ameliyattan sonra çayımızı içerken anlatıyorum Serkan'a... ''Şeyh Şamil ve arkadaaşları Ruslara esir düşüyor. Günlerdir aç ve sususlar elbette...Sarayda etli bir ziyafet veriyor Çar. Şamil ve aarkadaşları öyle bir yiyor ki etleri... Çar yanındakilere şöyle diyor: 'Nerdeyse beni de yiyecekler, şunlara baksana!' Şamil duyup ayağa kalkıyor ve Çar'a ne diyor biliyor musun!''
''Ne diyor?''
''Çar Hazretleri'' diyor Şamil, ''biz müslümanız, bizim dinimizde domuz eti haramdır!''