Ülkemizde hazır giyimin pek olmadığı 1950’li yıllarda, bizim oralara Halep üzerinden ikinci el kaçak giysiler gelirdi. Kaçak mal sınıfında sayılan bu giysiler el altından satılırdı. Karşı komşumuz Osman bu giysilerin nerede, nasıl satıldığını avucunun içi gibi bilirdi.

Osmanlar geniş bir aile olarak büyük avlusu ve birkaç odası olan evde yaşar, sabah erken saatte ailenin bütün erkekleri topluca evden çıkar, işe giderlerdi, Baba Horoz Ali ak sakallı iri yapılı az konuşan biri, eşi Safiye ufak tefek biri olsa da sesi öte mahalleden duyulurdu. Gelinler, kızlar ve çocuklarıyla mahallemizin en kalabalık ailesiydi.

Akşamları iş dönüşünde Osman çoğunlukla aralarında olmazdı. O kaçak satılan giysilere bakar, kendine uyanı seçer, üç beş lira parça ödeyerek satın alırdı. Aysel kocası Osman’ın geç geleceğini sezdiği için topluca yenilen aile yemeğinden onun için biraz ayırırdı. Horoz bu duruma biraz öfkelense de pek ses çıkarmazdı.

Osman yemeğini alelacele yer, kaçak giysilerden kendine göre bir seçim yapar, giyinir sokağa fırlardı. Onun arkasından babası sakalını sıvazlayarak “kime çekti ki bu bizim oğlan, biz yamalı pantol gömlek giyeriz o…” diye söylenirdi.

Osman otuzunu geçmiş, biri sekiz, diğeri on yaşında iki oğlu vardı. İlk gençlik yıllarında akşamları yazlık sinemalara gider, macera ve casusluk filmlerini tercih ederdi. Casusluk, hafiyelik özentisi, merakı da oradandı. Bazan eteği yeri süpürecek gibi uzun pardösü giyinir, gözüne siyah camlı veya aynalı gözlük, başına fötr şapka takıp sokağa fırlardı. Bazan da uzun kruvaze ceket giyer, yine gözlük ve başında fötr şapkası olurdu. Yürürken başı biraz öne eğik, yürüyüşü de yan yan gibi bir havalı olurdu. Onu o halde görenlerin kimi güler, kimi hayretle bakar, kimileri onu alkışlayarak gaz verirdi. Caddenin ucundaki berber Mahmut’un dükkanı son durağı olur, orada aynaya bakar, şapkasını yakasını şöyle bir düzeltir:

“Mahmut amca gizli, sivil polis olmak için geçen gün karakola gittim, elbiselerim bile hazır, hem de kat kat dedim. Giyin gel de bir bakalım dediler. Şimdi fırsat kollarım, işe gitmediğimiz bir gün giyinip karakola gideceğim de hangisini giysem diye düşünüp dururum.”

“Osman karakol sabah akşam hep açık olur. Bir akşam veya gece niye gitmezsin… hem daha havalı olur.”

Bu Osman’ın aklına yatmıştı ama karakola hiç gitmemişti ki… Karakola gidip kime ne diyecekti… Yine bir akşam son durakta:

“Mahmut amca; hani karakol sabah akşam hep açık olur dediydin ya, ben yarın akşam giyinip gelsem, sen de benim yanımda karakola gelir misin?”

“Yarın olmaz, ben sana gün evvelinden söylerim” deyip bıyık altından güldü.

Berber Mahmut hem müşterisi hem de ahbabı olan komiser Nevzat Bey tıraşa geldiğinde durumu gülerek anlattı. Tıraş sonrası kahve içerken plan yapıldı.

Her zaman olduğu gibi Osman geldiğinde berber “hele beş dakika otur şu tıraş bitisin öyle konuşuruz” diye Osman’ı oturttu. Tıraş bitince de gelip yanına oturdu:

“Karakol komiserimiz der ki; gizli polis olmak için çok bilgili, becerikli olmak ve de çok kılık kıyafet gerektiren bir iş olduğu için sizin gündüz gelmeniz gerekir dedi. Sen mecbur ya izin alacak ya da bir günlüğüne işten kaytaracaksın.”

“Ben bir yolunu bulur yarın öğlene varmadan burada olurum” deyip sevinçle ayrıldı.

Ertesi gün işteyken göbeğine elini bastırarak “baba karnıma bir sancı girdi, ben eve gidip biraz uzanacağım” deyip evin yolunu tuttu. Kendince en aflli kıyafetini giyip Berber Mahmut’un karşısına dikildi. Birlikte çarşı karakolunun yolunu tuttular.

Komiser Nevzat onları; içinden kıs gülerek ama son derece ciddi bir tavırla karşıladı.

Osman çok hevesli ve istekli olduğunu, sağ avucu kapalı işaret parmağı ileride hedefe dönük silah gibi hareketler, değişik ses tonlarında sanki yabancı dil konuşur gibi anlamsız sözcüklerle yeteneğini ortaya koymaya çalışıyor, odaya toplanmış olan sivil ve resmi giyimli memurlar kıs kıs gülüyordu. Sınavın başarıyla sonuçlandığını Komiser Nevzat:

“Aferin delikanlı, senden çok iyi hafiye olur. Bizim bazı kurallarımız, bazı gizli iş sınavlarımız var. Yarından sonra onlara başlarız. Mahmur bey arkadaşım gündüzleri başka işin olduğunu söyledi. Deneme dönemini akşamları gelerek geçirirsin. Başarılı olursan seni tam işe başlatırız, o zaman zaten işin hafiyelik olur” dedi.

Karakol çıkışında Osman havalarda uçuyor, Mahmut amcasının elini bırakıp ayağına kapanıyordu.

Karakoldaki tüm memurlar tembihliydi. Osman sözde stajyer hafiyeydi. Bazan çay kahve işi yapıyor, bazan keşif ve bilgi toplama işine çıkıyordu. Bir akşam falanca kahvede kumar oynandığı ihbarı bahanesiyle Osman’a takma palabıyık takıldı, makyaj yapıldı kumarcıları tespit görevi ile kahvehaneye gönderildi.

Osman tam bir görev aşkıyla; çayına kağıt oynayıp eğlenenleri kumar oynuyor diye gözlemeye başladı. Sonrasında biraz ileri giderek sert hafiye rolüne soyununca ortalık karıştı. İhbar üzerine gelen polis ekibi Osman’ı epeyce hırpalanmış olarak zor kurtardı.

Bütün bu olup bitenler Horoz Ali’nin de gözünden kaçmıyor ama ya sabır çekiyordu. O gün Osman yine işe gelmemiş, karakola gitmişti. Ali usta ekibe yapacakları işi taksim ettikten sonra üstünü değiştirip doğruca karakolun yolunu tuttu. Osman babasını görünce epeyce şaşırdı.  Asli memur olmayı beklediği için kendine güvenli bir havada babasını ağırlamaya çalışsa da babası onu kolunda tutup, sürükler gibi eve götürdü. İçeriye girer girmez sokak kapısını kilitleyip, daha öncede sakladığı sopayı eline aldı:

“Aysel kızım, bu herifin ne kadar deli kıyafeti varsa hepsini, hemen şimdi aha şuraya getir.” Sonra da Osman’a dönüp elindeki sopayı havaya kaldırarak:

“Ocağı hemen yak. Bu elbiseler, bu çul çaput hemen yanacak. Hem de sen kendi elinle yakacaksın. Bundan sonra karnın sancılansa da sana izin yok. Akşamları da bizimle sofrada olacaksın.”

O gün Hasan Ali minarede akşam ezanını zar zor okudu. Çünkü Horoz Ali’nin evinde yananların isi kokusu tüm mahallenin üstünü kaplamıştı.