Ortadoğu, tarih boyunca mezhepsel ve etnik çatışmaların gölgesinde kalmış bir coğrafya oldu. Bu çatışmaların en fazla etkilediği topluluklardan biri de Aleviler. Türkiye’de ve dünyada Alevi-Sünni kardeşliği üzerine sıkça konuşulsa da ne yazık ki sahada yaşananlar her zaman bu idealin uzağında kalabiliyor. Suriye’deki Alevi toplumu da bu çalkantılı sürecin en büyük mağdurlarından biri.
Alevilik ve Sünnilik, İslam dünyasının iki büyük yorumu olarak yüzyıllardır yan yana varlığını sürdürüyor. Türkiye özelinde, Osmanlı döneminden itibaren zaman zaman baskılar ve dışlanmalar yaşansa da Alevi ve Sünni toplumları ortak kültürel değerler etrafında birleşmiş, aynı mahallelerde yaşamış, aynı sofrayı paylaşmışlardır. Türkülerimizde, destanlarımızda, halk hikâyelerimizde bu birlikteliğin izlerini görmek mümkündür.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte mezhepsel farklılıkların ikinci plana atılması ve laik bir sistemin benimsenmesi, bu kardeşliğin güçlenmesi adına önemli bir adımdı. Ancak özellikle son yıllarda mezhepsel ayrışmaların yeniden gündeme gelmesi, siyasetin bu ayrımları kullanmaya başlaması, toplumsal huzuru tehdit eder hale geldi. Alevi-Sünni kardeşliği söylemde güçlü olsa da bazı kesimlerde hâlâ ön yargılar ve ayrımcılıklar devam ediyor.
Suriye, demografik ve mezhepsel yapısı gereği Ortadoğu’nun en karmaşık ülkelerinden biri. Ülkedeki Alevi nüfus, genellikle Esad ailesinin yönettiği Baas rejimiyle özdeşleştirildiğinden, Suriye İç Savaşı boyunca ciddi hedef haline geldi. Muhalif gruplar içinde radikal İslamcı unsurların güçlenmesiyle birlikte Alevi köyleri ve mahalleleri saldırıya uğradı, birçok Alevi katledildi veya sürgüne zorlandı. Son günlerde bu tarz haberler daha da çok yazılır çizilir oldu.
Özellikle IŞİD ve El-Nusra gibi örgütler, Alevilere yönelik sistematik katliamlar düzenledi. Bu saldırılar yalnızca savaşın bir sonucu değil, aynı zamanda mezhepçi nefretin bir yansımasıydı. Suriye’deki bu durum, yalnızca Alevileri değil, Hristiyanları ve diğer azınlıkları da hedef aldı. Ancak Alevilerin rejimle özdeşleştirilmesi, onların hedef olmasını daha da kaçınılmaz hale getirdi.
Ortadoğu’da mezhepçiliğin bir silah olarak kullanılması, toplumların birlikte yaşama şansını her geçen gün azaltıyor. Oysa ki tarihten bugüne Alevi ve Sünni toplumları, birçok ortak değeri paylaşıyor. Türk ve Arap Alevileri ile Sünni halkların ilişkisi, yüzlerce yıl boyunca ticaret, sanat ve kültür alanında iç içe geçmiş durumda.
Türkiye, Suriye ve diğer bölge ülkeleri, mezhepsel ayrımları derinleştiren değil, kardeşliği güçlendiren politikalar üretmek zorunda. Devletlerin, inanç farklılıklarını bir zenginlik olarak görmesi ve topluluklar arasındaki önyargıları yıkması gerekiyor. Türkiye’de Alevi-Sünni kardeşliğinin daha sağlam temeller üzerine oturtulması, Suriye’deki zulümlere karşı da duyarlılığı artıracaktır.
Bugün Aleviler ve Sünniler, düşman olmayı değil, birlikte yaşamayı seçmek zorundalar. Aksi halde, tarih boyunca süregelen mezhep savaşlarının acı faturası, bir kez daha halklara kesilecektir.