Sanırım 1960’ lı yıllarda lise ve sanat okulu mezunu erkek öğrenciler askerliklerini; kurayla belirlenen köy okullarında vekil öğretmen olarak yapıyorlardı. Elbette bunun da bir kuralı vardı. Ancak hedef net ve çok açıktı, çünkü o yıllarda okur yazar oranımız yüzde kırk civarındaydı. Bu oranın da hızla yükseltilmesi gerekiyordu.

Orhan’ın yaşadığı üç derslikli okula atanan sanat okulu mezunu genç öğretmen vekili Arif, tam bir fizik meraklısı ve hedefi de başarabilirse fizik öğretmeni olmaktı. Son sınıf yani beşinci sınıftaki Orhan da öğrencisiydi.

Arif öğretmen güney doğulu esmer, Orhan Trakyalı kumraldan ziyade sarıya yakındı. Birbirlerine kanları ısınmıştı. Orhan ısrarla öğretmenini eve davet ediyor, vekil öğretmen Arif hep çekingen davranıyordu. Sonunda Orhan’ın ısrarına pes edip bir öğlen arasında yakın olan Orhanların evine gittiler. Orhan’ın annesi; elti, görümce ailecek bahçe fırınında ekmek, börek gibi şeyler yapıyorlardı. Arif çok utanarak ve çekingen bir tavırla yaklaşsa da çok sıcak ve içtenlikle karşılandı. Çok genç ve yakışıklı olduğu iltifatları yapıldı.

İkramlar çok güzel ve Arif için yeni tat deneyimleriydi. Çay eşliğindeki ikramlar sonrası vedalaşılırken genç komşu kızlarının tamamı bahçe çitlerinin arkasında göz süzerek genç öğretmene bakıyordu.

Günler çok çabuk geçiyordu. Öğretim yılı sonlanmış, Orhan diplomasını almış, Arif memleketinin yolunu tutmuştu. Sayılı günler hep tez geçer ya, yine hızla geçmişti.

Orhan; “ben ortaokul, sonra lise okuyup ya fizik öğretmeni ya da fizik mühendisi olmak istiyorum” dese de babası Hüsam:

“İmam Hatip’e gideceksin. Ölünce arkamızdan bir kuran okuyanımız olsun isterim” diyor, başka bir şey demiyordu. Anası Gülsüme: “Bırak çocuk ne istiyorsa onu okusun, yeter ki okusun” diyordu.

Hüsam Aga’nın inadı, inat mı inat:

Ya İmam Hatip‘e gidersin, ya da amcasıyla her sabah erkenden tarlaya…” deyip kestirip atıyordu.

Okulların açılmasına iki hafta vardı. Arif memleketten dönmüş, yeni eğitim yılına hazırlanıyordu. Arif’in yolunu gözleyen Orhan her gün sabah akşam Arif öğretmeninin kapısını aşındırıyor, yalvarıyordu.

“No’lur babamla konuş öğretmenim, ben imam Hatip’e gitmek istemiyorum. Ben de fizik okumak istiyorum diye” dil ve ağıt döküyordu.

Arif öğretmen kaç kez evine varıp nice dil dökse de, Gülsüme ağlayarak ayaklarına kapansa da Hüsam:    

“İmam Hatip’e gidecek, arkamızdan bir kuran okuyanımız olacak” dedi, başka bir şey demedi.

Yeni öğrenim yılı başladı. Orhan tüm baskılara karşın “ben okumayacağım” deyip, kestirip attı. Anası Gülsüme “şimdilik bir kaydolup başla, sonra değiştirirsin” dese de kabul etmedi, okula kayıt yaptırmadı. Hüsam Aga eşi Gülsüme’ye:

“Bu oğlanı erkenden uyandır, amcasıyla sarı taşlı tarlaya gitsinler. Biz de Üst Yarıya varırız” diyordu.

Günler günleri, günler haftaları, hartalar da ayları kovalıyor zaman hızla geçiyordu. Okullar açıldı; güz, ardından kış dedik. Kar kapattı tüm yolları damları… Sonunda güneş yüzünü ışıtıp bize baktı. Çoluk çocuk çığrışarak sokaklara koştu. Gülsüme kadın:

“Hadi Orhan sabah oldu, gün doğdu. Amcan Salih kapıda seni bekler.”

“Anne biraz daha uyuyayım, biraz sonra giderim. O bir gitsin de…”

Gülsüme kadının yüreği çarpıntılı; ‘Orhan amcasından neden bu kadar uzak olmayı ister?’ diye hep evhamlı. Orhan amcasından korkar, ürker ve hatta nefret eder. Çünkü amcası onu taciz etmektedir.

Orhan artık bir ergen, genç erkektir ve her şeyin de farkındadır. Ancak yaşadıkları da kimseyle paylaşılamayacak kadar da zor bir durumdur.

Amca Salih; uzun boylu, pehlivan yapılı ve yeni yetme bir delikanlı için çok ama çok ürkütücü bir görüntüsü vardır. Orhan onunla bütün gün tarlada birlikte olmak bir yana, bir dakika bile yan yana olmak istemiyordu. Babası Hüsam ise akşam yemeği sonrası çay faslında, tarlada işlerin nasıl olduğunu sorgulamakta ve “oralar bize ata yadigarı verimli yerlerdir, bizden sonra da sizin olacaktır…” dese de Orhan içinden “olmaz olsun” diye geçiriyordu.

Ekinler ekilmiş, fideler dikilmiş, yaz başı sulama mevsimi başlamıştı. Derenin üst başından çevrilen su tarlaya akmaya başlamış, tarhlara su yönlendirirken Orhan’ın her iki ayağı da suyla iyice yumuşayan toprağa gömülüp kalır. Çaresiz amcasından yardım ister. Amcası yardıma koşar ama bu bir insani yardımdan çok hayvani bir taciz şeklinde olur.

Orhan çamurlu ayaklarıyla, ağlaya ağlaya evin yolunu tutar. Anası, babası küçük kız kardeşi Üst Yarı dedikleri bahçededir. Gözleri kan çanağı, yüreği gümbür gümbür, ahıra dalar, aradığı ipi hemen bulur. ‘Bir not yazsam mı’ diye düşünse de sonradan vazgeçer.

Orhan fizik okumak istiyordu. Babası “arkamızdan bir kuran okuyanımız olsun” diyordu. Kuranı Orhan’ın arkasından başkaları okuyor, anasının yüreği çatlıyordu.