Sanırım ilkokul üçüncü sınıf yılsonu karnemi aldım. Notlarımdan biri iyi diğerleri pekiyi idi. Tüm arkadaşlarım hem karne hem de öğrenim yılı sonu olması nedeniyle sevinç içinde gülüşüp el çırpıyorlardı. Ben donup kalmıştım. Karnemde bir iyi olmasını kabullenemiyordum. İçimden gizlice yarış halinde olduğum; Mehmet arkadaşımın tüm notları pekiyi idi. Sanırım o da benimle gizliden yarış halindeydi. Benim karnemde bir iyi olmasına sevinse de bana “boş ver, üzülme. İkimizin de ortalaması pekiyi, sınıfı pekiyiyle geçtik” deyip bana sarıldı, kucaklaştık. Bizi izlemekte olan öğretmenimiz yanımıza geldi ve ikimizin de başımızı okşayıp “ikiniz de sınıfın en çalışkanı ve hem de çok iyi arkadaşsınız, hep böyle olun” dedi. Öğretmenimizin elini öpüp vedalaştık.

Mehmetlerin evi bizim evle nenem gillerin evinin arasındaki ara sokaktaydı. Ogün nenemin evinde yufka ekmek yapılacaktı, anam da oradaydı. Nenemin evinin önünde Mehmet’ten ayrıldım ve o uzaklaşana kadar da ardından baktım. Sonra içeri girmeden kapıda tahta okul çantamın üzerine oturup uzun uzun düşündüm; karnemi neneme, anama babama nasıl gösterecektim… Onlar okuma yazma bilmeseler de ben onlara yalan söyleyemezdim. Karnemde bir iyi olması benim için utandırıcı bir durumdu.

Karnem elimde içeri girdiğimde her zamanki gibi avlunun ortasına ocak kurulmuş, Emine teyzemle anam tahta başında yufka açıyor nenem sacın başında elinde çevirgeç yufkaları pişirip üst üste diziyordu. Ben içeri girince nenem; “kızlar hele durun, oluşum karne getirmiş” diyerek sac üstündeki yufkayı alıp ayağa kalktı, eteğini silkeledi ve beni kucakladı. Sonra cebinden çıkardığı bir lirayı “karne parası” diye bana uzattı, almak istemedim. Neneme sarılıp “karnemde bir iyim var, öğretmen Mehmet’e hep pekiyi vermiş, benim karnem de hep pekiyi olmalıydı” diye ağlamaya başladım. “Ben bu karneyi yakacağım” diye hıçkırıyordum, nenem beni avutmaya çalışıyordu.

Nenem “ben oluşumla azıcık yatacağım, sonra ona sevdiği pendirli bazlama dürümü yapacağım. Sizde hamurun üstünü örtüp biraz dinlenin” dedi.

Nenemin göğsünde yatmak en huzur bulduğum yastıktı. Nenem hem başımı okşuyor hem de beni avutacak şeyler söylüyordu. Uyuya kalmışım. Gözümü açtığımda nenem yanımda yoktu. Gözlerimi oğuşturarak avluya çıktığımda yufka işi devam ediyordu.

Nenem “oluşum uyanmış çok da acıkmış, şimdi ona iki dürüm birden yaparım yer, çabuk büyür” diye beni yanına oturttu. Ben iştahla dürümü yerken “gız Emine şu oğlana bir tas ayran ver hele” deyip ilk yudumu da kendi eliyle içirdi.

Yıllar çok hızlı geçti. İlkokul bitti, sevdiğim ve yarış halinde olduğum Mehmet arkadaşımla yollarımız ayrıldı. Ben çırak olarak çalışırken o sanat okulunda kimya okudu. Onu hep hayranlık ve kıskançlık karışımı duygularla uzaktan izledim.

İlkokul sonrası okuma arzum hiç ama hiç sönmemiş, tersine hep harlı ve alevli kalmıştı. Tam dört yıl sonra ortaokul sırasına oturabilmiştim.

Hayatın çizgisi inişli çıkışlı olsa da kararlı duruş ve hedeften kopmamak elbette önemli. Mehmet arkadaşım okulunu bitirmiş güzel bir işe girmişti ve ben daha ortaokul sıralarındaydım. Hedefim ise açık ve netti; sonunda hedefime de ulaştım. Mahallemizin ilk üniversite mezunu oldum.

Hedefe varmak güzel bir duygu olsa da çok sevdiğim Mehmet arkadaşımla yollarımız ayrılmış, yaşamımızı farklı kentlerde sürdürüyorduk. Bugüne kadar sadece bir kez ve de saçları ağarmış iki dede olarak karşılaşıp kucaklaştık, yarıştığımız günleri andık.