Bana hep sorarlar: ''Bu kadar işinin arasında nerden konu buluyorsun da yazıyorsun, hem de her hafta ve hiç aksatmadan?'' Tebessüm ederim cevap verirken... ''Poliklinikler bir nevi insan davranışlarını inceleme laboratuvarıdır benim için, yeter ki o gözle bak ve o davranışlardan bir sonuç çıkar!''

            Yani atalarımızdan ve tarihimizden, kültürümüzden bize miras kalan o kadar özlü söz vardır ki... İnsanı tarif eden derin sözlerdir onlar... İşte onlardan biri: ''İnsan çeşit çeşit, yer damar damar!''  Öyle değil mi? Hastalıklar da böyledir ya... Aynı hastalık Ali'de farklı seyreder, Veli'de farklı... Elbette temelde değişmeyen büyük belirtiler istisna...Hani boşuna söylenmemiş: ''Hastalık yok, hasta var!''

            İnsan da öyle değil midir! Her insanın karakteri farklı değil midir yani... Bir hastayı ameliyat etmiştim, hem de endoskobik yöntemle ve zor bir ameiyattı... Yani üreter taşını lazerle kırmıştım ve de stent takmıştım. Ama gel gör ki adam hiç gülmüyor, yani mutsuz birisi. Sanki gülünce vücut fazladan enerji harcayacak ve ay sonunda ''gülme sayacı'' müthiş, kabarık bir fatura çıkaracak...Elektrik sayacı gibi yani...Espri yapıyorum adamı tebessüm ettirmek için, ama nafile, adamın duyguları donmuş sanki. Hani soğuk havada doğuda su sayaçları doar ya, aynen öyle...Taburcu ederken diyordu ki ''ben esnafım, dükkanımvar, buyurun gelin!'' Ve yapacağı iyiliği ve jesti de belirtiyordu. Şimdi bilmem ki mesleğini söylesem mi! Kararsızım... Ama söylemeyeceğim, zira deşifre olmasını arzu etmem. Teşekkür ediyordum ve utanma pazar misali şöyle diyordum: ''Tamam, gelmeye çalışacağım!'' İçimden de  ''senin semtine bile uğramam birader, seninle konuşanın işi rastgelmez!'' Halk arasında böylelerine ''mahkeme suratlı'' derler bilindiği üzere...

            Hele bir hatıram vardır ki evlere şenlik... Bir bahar mevsiminde bir hastaya prostat ameliyatı yapmıştım. Taburcu olurken elime bir kağıt tutuşturuyordu...''Hocam işte adresim, Kaledibi köyünde oturuyorum. Geniş ve büyük bir kiraz bahçem var. Kiraz zamanı sizi davet etsem gelir misiniz!'' Kimin hoşuna gitmez ki böyle kalbi bir davet... ''Neden gelmeyeyim Mustafa bey, dostların davetine icabet etmek bizim kadim kültürümüzün temel taşıdır zira, gelirim!''

            Hani derler ya '' davet edilmediğin yere yerinme, davet edildiğin  yere de erinme!'' Ben de o kiraz mevsiminde erinmeyip o hastamın davetine icabet edip gidiyordum. Kuş cıvıltıları arasındaki yeşillikler okyanusunda kalbi bir karşılamadan sonra kiraz bahçesine yöneliyorduk. Hastam eline sepeti alıp benim için kiraz toplarken ben de ağacından tatmaktaydım. İltifatlar birbiri ardına...''Bak bahçe senin, artık öğrendin, ben olayım olmayayım gelip kiraz toplayabilirsin!''

            Hani bahçe sahibinin kalbi ilitfatları karşısında yontulmamış kereste gibi duracak halim yoktu ya... Büyük bir kiraz ağacının altına geliyoruz. Bir espri yapayım diyorum... ''Mustafa bey tamam bahçe benim, bak bu gece gelirim, bu ağacı kökünden çıkarıp arabamın arkasına koşarım ve götürüp evimizin bahçesine dikerim!'' O da ne? Mustafa bey birden kiraz toplamayı bırakıyor, ciddileşiyor ve bakışlarını üzerime doğrultuyor. Sağ eli ile de havada kavis çiziyor... ''Hoop işte orada dur, dediysek de o kadar uzun boylu değil. Bu ağaçtan ne istiyorsun, bu ağaca ben ne emek vermişim haberin var mı! Sadece kirazlarını ye dedim, ne diye söküp götüreceksin!'' Mosmor oluyorum, tırnaaklarıma kadar terliyorum o an... ''Mustafa bey çok şakacısın'' dediğimde ciddiyetini koruyor... ''Yook, ağacıma dokundurtmam!'' O anda eşekten düşmüşe dönüyorum adeta. Ciddiye alacağını nerden bilebilirdim ki! Kirazlar adeta boğazıma düğümleniyor. Bu bahçeden bir yolunu bulup kaçmanın planlarını yapıyorum kendimce...Ve biraz uzaklaşıp eşimi arıyorum... ''Biraz sonra beni ara!'' Şükür ki telefonum çalıyor. İşte sana mazeret... ''Mustafa bey acil servisten arıyorlar, acil bir hasta varmış, acele gitmem lazım!'' Ve veda edip ayrılıyorum. Ertesi sene yine davet ediliyorum. Hiç gider miyim! Bir delikten ikinci defa ısırılmak da neyin nesi!

            Hasta varsa edebi malzeme de vardır... Yaşlı bir amcayı getiriyorlar. Yanında da iki genç. ''Kazım amca ne şikayetin var'' diye soruyorum haliyle. Mahcup olup iki elini birleştiriyor ve o cevabı veriyor... ''Estağfurullah hocam, ben seni şikayet eder miyim! Ben hayatımda kimseden de şikayetçi olmadım. Haşa kul hakkı ile ahirete gitmek olur mu!'' Çok hoşuma gidiyor bu kalbi ve safiyane cevabı... ''Onu demedim, yani idrar yollarından ne şikayetin var demek istemiştim!'' Tebessüm ediyor... ''İşte ondan çok şikayetim var, kusura bakma ters anlamışım!''

            Bir başka gün... İyi giyimli, 75 yaşlarında bir erkek hasta geliyor. Oturun dememe rağmen masama iki elini koyuyor... ''Böyle ayakta anlatayım'' diyor ve anlatıyor. ''Dün gece bir rüya gördüm, bir piri fani elimden tutup bir ağaçlığa götürüyordu!'' Araya giriyorum... ''Kerim bey şöyle oturun da şikayetlerinizi anlatın, idrar yaparken bir zorlanma oluyor mu?'' Ama onun beni dinlediği yok ki, adeta binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete...Sadede gelmesi yönünde çaba gösteriyorum... ''Hocam idrardan şikayetim var, ama müsaade edin de o rüyamı anlatayım önce!''

            Ne diyebilirdim ki...''Peki buyurun anlatın, sizi dinliyorum!''

            Başlıyor anlatmaya... ''O ağacın altından birden o piri fani ile bir buluta biniyoruz ve göğe yükseliyoruz. O sırada gökten bir kişi daha bize katılıyor. Adam hayatını anlatıyor. Prostat kanserliymiş. Bana dedi ki 'sen 14 Kasım'da prostat kanserinden öleceksin.' Bugün 2 Kasım. Sizce ben ölür müyüm o tarihte?''

            Ne diyebilirdim ki... ''Şöyle bana yaklaşın da şu alnınıza bir bakayım'' diyorum.

            Şaşırıyor...Alnına bakıyorum... ''Kaderinizi okuyamadım da alnınızdan!''

            İnsan bu, ne kadar insan varsa o kadar da pencere vardır. Bir yerde okumuştum, onu aktarayım. Olay bir hastanede geçmektedir. Hastaya müdahale eden doktor resüssitasyon odasından çıkıp personele seslenir...

            ''İmam'a söyleyin, Yasin'i de alıp gelsin!''

            Tüm hasta yakınları hasta öldü diye feryat figan eder ve bağrışmalar baaşlar. Olay beş dakika içinde aydınlığa kavuşur. O odaya acil tıp uzmanları Doktor İmam ve Doktor Yasin son sürat girerek hastaya müdahale etmeye başlar...

            O sözü çok severim...''İyi ve kaliteli insanlar ile oturup kalkın. Yalancı, vicdansız, kıskanç, cahil, cimri, sürekli olarak geçmişi ile ilgili boş hikaye anlatanlardan, egosu yüksek ve herşeye olumsuz bakan kişilerden uzak durun. Merhametsiz ve sevgisiz insanlara sevginizi de, zamanınızı da heba etmeyin!''

            Tevazu...İnsanı yücelten kutsal bir kavram...