Neredeyse elli yıl önceydi. Babam doğayı, toprağı, çiçeği, hayvanları çok severdi. Sağlığında topu topu kırk metre kare olan tek oda evimizde çiçek yetiştirmeye uğraşırdı. Onu tam yirminci yaşımda kaybettik.
Okudum, mühendis oldum. İznik Gölü civarında yeni kurulmakta olan bir ağır sanayi tesisinin yapımında görevliydim. Çevre çok güzel, toprak verimli, özellikle de elma bahçeleri dikkat çekiciydi. Hep babam aklıma geliyordu; “buraları görseydi” diye düşünüyordum.
O günkü birikimimi bir ev edinmek yerine bir bahçe edinme yönünde kullandım. Aldığım tarla asfalt yola cepheli ve göl manzaralıydı ama tam bir dikenlikti. Epeyce bir emekle güzel bir elma bahçesi için fidanlar ekildi. İşyerine yakın olduğu için öğlen aralarında, akşamları iş çıkışında uğruyordum. Kendimce “babamın ruhu bu bahçede geziniyordur” diye düşünüyordum.
Bir öğen paydosunda bahçeyi merak edip, görmek isteyen bir iş arkadaşımla bahçeye geldiğimizde; su tulumbasının başında oturan Ali Amcayla karşılaştık. Selamlaşma sonrası “burası sizin mi” diye sordu.
Evet bizim.
Baban ne iş yapar ki bu güzel bahçeye hiç gelmez.
Babam onbir yıl önce rahmete ulaştı. Burayı ben aldım, bu hale getirdim.
Ama oğul; sen daha çok gençsin… Ben arada bir gelir, fidanların diplerine bakar, şurada sana biraz yeşillik yaparım.
Ali Amca altmışını geçmiş, iri cüsseli, kocaman elleri nasırlı biriydi. Ali Amcayla ilk tanışmamız böyle oldu. Yine bir gün bahçeye uğradığımda; yaktığı ateş üstünde demlenmiş çayını içiyordu. Hal hatır sonrası memleketini, köyünü anlatmaya ve bir anısını anlatmaya başladı.
Artvin ilinin uzak bir dağ, orman köyünde yaşardık. Ben o zamanlar deki onsekiz, bilemedin ondokuz yaştayım. Hava çok sıcak, vakit ikindi üzeri. Köyün yaşlısı genci köy meydanındaki koca ağacın gölgesinde oturmuş sohbet ederiz. Köyümüzün doğru dürüs bir yolu yok. Gelen giden de pek olmaz. Zaten kasabaya, şehre de uzağız, dağın başı ormanın içindeyiz. Derken uzaktan bir atlının yaklaşma sesi gelmeye başladı. Az sonra da geç bir atlı meydana ulaştı, çevik bir hamleyle attan indi. Bize doğru döndü, selamlaştı ve;
Muhtar aranızda mı? “Aramızdaki en yaşlı Osman Dayı cevapladı.”
Hele gel bir oturup soluklan. Muhtara da haber veririz. Sen kimsin, buralara yolun nasıl düştü?
Ben köyünüzün de bağlı olduğu … kasabasının yeni kaymakamıyım. Köyleri sırayla dolaşıp tanımak ve ihtiyaçlarını, devletimizden isteklerini bilmek ve tespit etmek isterim.
Eyi hoşta evlat, “kaymakamın yanağını okşayarak” pek de gençsin, temiz bir yüzün var. Kaymakam olacağına azıcık daha okusaydın… Orman korucusu olsaydın. Bak o zaman nasıl karşılanır, nasıl ağırlanırdın… Kuzular kesilir, pilav tepsiler dolusu, içecekler sebil olurdu.
Genç Cumhuriyetin iyi yürekli, özverili yöneticileri ve okuması yazması kıt ama saf ve temiz yürekli yurttaşları. O dönemlerde tanıdığı en yakın ve en büyük devlet otoritesi ORMAN KORUMA GÖREVLİSİ… Ali Amcanın bu anısı; sanki genç cumhuriyetimizin ve o dönem toplum yapısının bir özeti gibi.