Orta Anadolu’da kentten oldukça uzak bir köy, toprak kavruk, toprak susuz, toprak verimsiz. Köyün sakinleri mutsuz ve üstünde yaşadıkları toprak kadar da kavruk… Köyün nüfusu otuza kadar düşmüş ve insanlar bir çıkış yolu aramakta.
Aşur atadan kalan tüm toprağı işlese bile, toplam beş nüfuslu ailesini zor doyurur. Büyüğü oğlan küçüğü kız iki çocuğunun köyde okuma şansı da yok. Aşur’da, anası da, eşi de zaten okuma yazma bilmez. Uzun askerlik döneminde çok heves etse de okuma yazma öğrenme fırsatı bulamamış. Aşur “bari bu çocuklar cahil kalmasa” diye düşünür. Köyden göçelim dese; üste yok, başta yok… Cepte para desen; o zaten hiç yok.
Aşur evin önünde oturmuş kara kara düşünürken anası omuzuna dokundu:
- Bak Aşur; bu aileden başka kimim kimsem yok. Bu çorak toprak soyumu bitirdi. Anam ölmeden bana; Hanım ninemizden kalma bir küçük çıkın verdiydi. “Allah dara düşürmesin ama, başın daralırsa açarsın” demişti. Aha o çıkın bu. Al aç da içinde ne varmış görelim.
Aşur elleri titreyerek çıkını açtı ve içinden sarı paraya benzer üç şey çıktı. Ne olduğunu bilemedikleri paraya benzer bu üç şey onlara bir umut oldu.
- Anam, bunlar değerli olmasa, kara gün düşünülerek böyle çıkında saklanmazdı. İnşallah değerlidir.
- Aşur oğlum, “açlıktan ölen yoktur” denir ama biz burada kalırsak açlıktan öleceğiz. Varalım şehir yerine, elbet karnımızı doyururuz. Belki bu paralar da yaramıza merhem olur.
Ortalıkta toplanacak ne vardı ki… iki üç gün içinde toplanıp; nereye varacaklarını bilmeden yola düştüler. Birinci gün bitti, yol bitmedi. İkinci gün hava kararınca çok uzaktan ışıkları gördüler. Geceyi orada geçirip sabah yola düştüler. Çocuklar sızlanıyor, Hatun ana yaşlı olduğu için tez yoruluyordu.
Öğlen üstü adını bilmedikleri bir şehre vardılar. Aşur şaşkın sağına soluna bakındı ve gözüne kestirdiği bir dükkana girip, derdini anlattı, çıkını açıp paraları gösterdi. Dükkan sahibi yaşlı esnaf; dükkan önüne çıkarak el kol hareketleri ile ve parmağı ile de işaret ederek Aşur’a epeyce şeyler anlattı.
Aşur yaşlı esnafın söylediklerine uyarak, ailesini işaret edilen cami avlusunda uygun bir yer oturttu.
- Buradan bir yere ayrılmayın. Elinizi yüzünüzü iyice yuyup beni bekleyin.
Aşur elindeki çıkını genç adama verdi ve:
- Bunların bir değeri var mı, bir yaramıza merhem olur mu?
Genç adam:
- Bunlar çok ama çok eski. Yan komşum da görsün, ayarına da bakarız.
Genç adam yarım saate kalmadan geri döndü, yüzü de gülüyordu:
- Bu liralar Osmanlı zamanından kalmış. Ayarları da iyi. Komşu ile iyice baktık ettik. Size…kadar para veririz. Bu para epeyce işinizi görür.
Aşur sevindi ama; o kadar para ne demekti? Ne kadar neyi alır kestiremiyordu. Kararını verdi:
- Şimdilik bir tanesini bozalım. Gerisine bakarız. Ben bir nacak almak isterim de, nerede bulunur bilmem.
- Tamam bir tanesini bozalım. Al bu bir tanenin parası, bu da çıkının. Bak şu yan sokakta ama epeyce ilerde demirciler olacak.
Aşur sevinerek çıktı ve hemen karsıdaki fırından taze ekmek, yanındaki bakkaldan da biraz peynir alıp cami avlusundaki ailesine vardı. Taze ekmek pek hoşlarına gitti. Hatun ana:
- Bu ekmek ne güzelmiş. Mis gibi de kokar, yumuşacık. Katıksız bile yenir. Bak çocuklar da çok sevdi. Aşur’um sen bu ekmekten iki tane daha al gel.
Aşur denileni yaptı, ekmeği anasına verdi, nacak almak için oradan ayrıldı. Tarif edilen sokakta yan yana demirciler vardı ama o nacak göremiyordu. Sordu, biraz daha yürümesi gerektiği söylendi, o da yürüdü ve sonunda da ağzı pırıl pırıl ve keskin bilenmiş boy boy nacaklar arasından orta boy bir nacağı seçip, sapını da taktırdı. Sevinerek arka beline, bel kuşağıyla bağladı.
Aşur belinde nacak camiye doğru yürürken aklı başına geldi ve “cami avlusunda kalacak halimiz yok ya, biz nerede kalacağız” diye düşünmeye başladı. Tek tanıdığı, parasını bozdurduğu ama adını bile bilmediği genç adama gitti, durumu anlattı. Genç adam:
- Aşur ağa elinden ne iş gelir, sana nasıl bir iş bulalım ki evin barkın olsun?
- Yeni aldığım nacak, aha arka belimde. Ağaç keser, odun yararım, başka ne iş olsa yaparım.
Genç adam Aşur’u az önce ekmek aldığı fırına götürdü ve fırıncı ile uzun uzun konuştu. Sonra az geride bekleyen Aşur’u kolundan tutup fırıncı Hacı Ali amcanın karşısına getirdi. Hacı Ali amca beyaz sakalını sıvazlayarak:
- Gel bakalım oğul; bu genç kuyumcu Mustafa sana kefil olur, rahmetli babası benim en yakın dostum, arkadaşımdı, Çok merhametli, çok yardım severdi. Mustafa ondan bana emanettir. Ben bu geç adamı kıramam. Sen şimdi git, çoluk çocuğunu al gel. Bu fırının arka tarafında bir küçük ev var. Biraz temizlik, biraz bakım ister. Sen de arada bir fırına gelen odunları kırarsın.
Aşur sevinçle hacının eline sarılıp öptü, sonra da cami avlusuna koşup, ailesini alıp geldi. Kısa sürede düzen kuruldu. Aşur arada bir fırına gelen odunları kırıyor, sonra kentin sokaklarında dolaşarak belindeki nacakla ekmek parasını çıkarmaya çalışıyordu. Oğlu Hasan ilkokula başladı, kızı Fatma “ben de okula gideceğim” diye ağlıyordu. Böyle geçti seneler.
Çarşı esnafı Aşur’u işsiz, aşsız bırakmıyordu. Bağ bahçe bakımı, bir eşyanın bir yere taşınması gibi işler hep Aşur’un işiydi.
Hasan okumayı pek sevmiyordu. İlkokuldan sonra çırak olarak çalışmaya başladı. Fatma çok çalışkan ve okumayı da çok seviyordu.
Hatun ana iyice yaşlanmış, okuyup hemşire olan torunu ile kalıyordu. Fatma’nın izin zamanı aile bir araya gelince Hatun ana:
- Aşur oğul, ben iyice kocadım, ayaklarım zor yürür. Çocuklar dersen büyüdüler, yarın öbür gün yurt yuva kurmak isterler. Bunca zaman burada idare ettik. Allan razı olsun, Fırıncı Hacı Ali Efendi bize kol kanat gerdi. O da iyice kocamış, işine gelip gidemez. Ölüm hepimiz için… Hacı Ali Efendi bu dünyadan göçünce bizi burada zaten koymazlar. Aha anamın verdiği çıkın hep koynumda durur. Al bunu bozdur. Sağlığımda bizim de bir yuvamız olduğunu göreyim, bu dünyadan göçerken gözüm arkada kalmasın.
Aşur şaşkın, hiç düşünmediği bir konuydu bu. Çabuk toparlandı.
- Bir çare bulunur elbet. Ben çıkını Mustafa beye veririm, bakalım o ne der?
Mustafa bey bu saf Anadolu adamı Aşur’u hep koruyup kolluyordu zaten. Onu dinledikten, derdini anladıktan sonra başını salladı ve:
- Aşur efendi, o çıkın elinde dursun. Günü gelince onu da bozar, bir çaresine bakarız. Şimdi sen git işine bak.
İki sarı lirayla bir ev sahibi olmak elbette olanaksızdı. Ama Anadolu esnafı merhametli, dayanışma güçlüydü. Hatun ananın dileğine ulaşması da uzun sürmedi.