GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Yaşlılık zor zanaat! Hele buna bir de yalnızlık kara bir kâbus gibi çökerse, omuzlar ağırlaşır, hayat çekilmez olur.

İnsanın kendini yalnız hissetmesi kadar acı bir şey yoktur. Kalabalığın içinde yalnız insanı gözünden, bakışından, tebessümünden anlamak, anlamak isteyenler için çok kolaydır. Anlamak istemeyene zaten bir şey anlatamazsınız!

Yalnızlık en kötü alışkanlıklar kadar tehlikelidir de, nereye saklanırsanız saklanın gelir sizi bulur; insanın içini bir bıçak gibi kazıya kazıya, o acıyı hissettire hissettire ama acıyla yavaş yavaş öldürür. Hayatta olabilecek en kötü şey, kalabalıkların ortasında yalnızlığı hissederek çaresizce ölümü beklerken ölmektir!

Yıllar önce ulusal basında okumuştum. Londra’ nın banliyösünde, bahçe içindeki tek katlı evinde yalnız yaşayan yaşlı bir kadının Londra’ da yaşayan çocukları, annelerini merak etmişler. Telefonla irtibat kuramayınca bölge belediyesine haber vermişler. Kilitli kapıyı açarak içeri giren yetkililer, yaşlı kadının 3-4 sene önce, oturduğu koltukta öldüğünü, cesedinin de çürüdüğünü görmüşler. Bırakın komşularını, birkaç saatlik mesafede yaşayan kadının çocukları, yıllarca annelerini merak edip sormamışlar bile…

Genelde bu olayı anlattığım arkadaşlarım, “Ne ekersen onu biçersin” diyerek konuyu geçiştirdiler. Oysa her zaman ektiğini biçemezsin. Bir fırtına gelir, yağmur yağar sel olur, ekin olduğu gibi elinden çıkar. Don olur, ektiğin tohumlar donar; donmuş toprağa bakar kalırsın. Ayrıca, her ekilen tohum ürün  vermez!

Bu olaydan söz etmemin nedeni, bana gelen ve çok anlamlı bulduğum “Alıntı” bir yazı… Paylaşıyorum:

*

Geçen kış işimden çıkarıldım; geçimimi sağlamak için gazete dağıtıcısı olarak geçici bir işe girmek zorunda kaldım.

Bir gün, gazete dağıttığım evlerden birinin posta kutusunu kapatılmış, kullanılamaz halde görünce, mecburen kapıyı çaldım.

Kısa bir bekleyişten sonra, yaşlı bir amca kapıyı yavaşça açtı, dengesiz adımlarla hareket ediyordu.

Ona,” Posta kutusu kullanılamıyor, neden kapattınız? ” diye sordum.

"Bunu bilerek yaptım" diye cevap verdi ve garip bir şekilde gülümseyerek devam etti:

"Seninle bu konuyu konuşmak isterim. Her gün gazeteyi bana teslim ederken lütfen kapıyı çal ya da zilime bas ve gazeteyi bizzat bana ver."

Oldukça şaşırmıştım.

"Elbette ama bu ikimiz için de rahatsızlık verici ve zaman kaybı" diye cevap verdim.

Yaşlı amca,

"Sorun değil, her gün evdeyim. Şuna ne dersin? Kapıyı çalma ücreti olarak sana her ay fazladan para vereceğim” dedi.

Yalvaran bir ifadeyle ekledi:

"Eğer bir gün kapıyı çaldığında benden haber alamazsan lütfen polisi ara!"

Şok oldum ve "Neden?" diye sordum.

"Eşim vefat etti, oğlum oldukça uzak bir şehirde, ben burada tek başıma yaşıyorum, arayanım soranım da yok. Kim bilir, benim zamanım ne zaman gelir?" diye cevap verdi.

O anda yaşlı adamın buğulu, nemli gözlerini gördüm. Zannediyorum gözleri de pekiyi görmüyordu.

"Gazeteye okumak için abone olmuyor musun?" diye sordum.

"Hiç gazete okumam. Okuyamıyorum ki, gözlerim rahatsız! Kapı sesi için abone oluyorum!" diye cevap verdi.

Ellerini kavuşturdu ve şöyle dedi:

"Genç adam, lütfen bana bir iyilik yap! İşte oğlumun telefon numarası… Bir gün kapıyı çalarsan, kapı açılmazsa lütfen önce polisi, sonra oğlumu ara ve ona haber ver. "

***

Günümüzde mesajlaşmak çok kullanışlı; vaktiniz varsa yaşlı aile üyelerinize mesaj yollamayı öğretin! Bir gün onların sabah selâmlarını ya da paylaştığı yazıları elinize almazsanız hasta olabilirler ya da başlarına bir şey gelmiş olabilir.

Lütfen arkadaşlarınıza ve aile bireylerinize iyi bakın, sabah selâmlarının (sizin için olmasa bile onlar için) ne kadar önemli olduğunu unutmayın!

Allah kimseyi yalnızlıkla sınamasın. Anneye- babaya, eşe, dosta, arkadaşa, yan taraftaki komşuya bir “nasılsın?” demek herhalde zor olmamalı…

Lütfen, lütfen; sevdiğiniz, saydığınız ve önemsediğiniz büyüklerinizle irtibat kurun ve bu bağlantıyı kaybetmeyin!

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.