Can arkadaşımla yıllar önce yurdumuzun güney deniz sınır ucundaki Deniz Er Eğitim Alayında tanıştık. Arkadaşım inşaat mühendisi, ben makine mühendisi; o Egeli ben Güneydoğulu… Alaydaki ilk akşamın kargaşasında ve toprak zemine kurulan rakı sofrasında kadeh tokuşturarak ısındık birbirimize.
Ülkemizde ilk kez uygulanan “kısa dönem askerlik uygulamasının amacı” birikmiş ve mağduriyet yaratan üniversite mezunu yedek subay adaylarına; topluca ve kısa sürede askeri eğitim vererek “bu eğitimli gençlerin askeri yükümlülüklerini” yerine getirmiş olmalarını sağlamaktı.
Alayda geçen bu ilk gecenin sabahında bizi alayın futbol sahasında toplayıp takımlar halinde sıraladılar. Kürsüye çıkan ve bizlere ilk askeri dersimizi vermekle görevli muazzaf subay; “ben görevli olarak bir askeri okulu yani eğitim mekanını ziyaret etmiş olmamdan dolayı kıdemli sayılmış ve sizlere ilk askeri dersinizi vermekle görevlendirilmiş bulunuyorum. Çok değerli ve üst düzeyde eğitimli arkadaşlarım; askerlik az kelam, çok selam demektir ve hepinize de hayırlı olsun. Şimdi sözü değerli Alay Komutanımıza bırakıyorum” dedi. Alayda bulunduğumuz süre boyunca bize sevgi ve hoşgörüyle yaklaşan değerli Alay Komutanımız ise bizlerin iyi eğitim almış bir grup olduğumuzu ve eğitim düzeyimize ve de askeri disipline “mümkün olduğunca saygılı olmamızı” adeta rica eder gibi bir kısa konuşma yaptı ve “bugünkü dersimiz bitmiştir, alay içinde serbestsiniz” dedi.
Alaya girişimizi tam yüzüncü günü elimize diplomalarımızı da vererek bizleri asteğmen olarak terhis ettiler.
Anadolumuzda “askerlik anıları bitmez” diye bir deyim vardır ya, benim de Egeli arkadaşımla ne hikayemiz ne de ilişkimiz hiç ama hiç bitmedi. Ben evli, iki küçük oğlu olan biriydim. Arkadaşım ise henüz nişanlıydı. O “Egeye gel, sana hemen iyi bir iş buluruz” diyordu. Ben de “gönlüm hep Egede” diyordum. Çok uzun sürmedi ve Egede yeniden buluştuk. Bahçesinde limon, portakal ve mandalina bulunan bir ev ve mutlu bir aile yuvası…
Evlerine yatılı konuk olduğum ilk akşam yemeğinin ardından arkadaşımın muhterem ve anısı önünde de sayıyla eğildiğim annesi arkadaşıma “hadi bakalım, bu akşam masayı toplamak ve bulaşıkları da yıkamak sırası sende” dedi. Ben çok ama çok şaşırmıştım, arkadaşıma yardım etmeme de izin verilmedi ve bu tavizsiz disiplin benim için çok önemli bir hayat dersi oldu.
Arkadaşım Üniversitede Akademisyen olma yolundaydı. Bana iş bulmak da çok uzun sürmedi. Uluslararası bilinirliği olan bir firmanın proje biriminde çalışacaktım. Arkadaşımın evine benzer ve aynı bölgede bir ev için kira sözleşmesi bile yaptık.
Ancak ülkemizin bugün bile en büyük üretim ve yatırım şirketi, Egeye gitmeme izin vermedi ve ben Marmara Bölgesinde kaldım, gönlüm de hep Egede kaldı.
Arkadaşım ve nişanlısı çok güzel anlaşıyorlardı. Arkadaşımın nişanlısı da mühendis ve önemli bir gıda üreticisi firmada çalışıyordu. Söz verdiğim halde nikah ve düğünlerine katılamadım. Düğün sonrası onlar da doğrudan bizim eve gelip müthiş ve unutulmaz bir sürpriz yaptılar.
Yıllar çok hızlı geçse de arkadaşlığımız dostluğa, dostluğumuz ise kardeşliğe doğru evrilmişti. Arkadaşım iyi bir akademisyen ve Profesör, bir oğlu bir de kızı olmuştu.
Onlar bize pek gelemiyor ama biz onlara arada gidip kalıyorduk. Benim de iki oğlandan sonra bir kızım olmuş ve epeyce de büyümüş, orta okul öğrencisiydi.
Küçük oğlum asker ve o da Ege bölgesindeydi. Oğlumu ziyaret edip, hafta sonu için izin aldık. Eşim, ben, kızım ve asker oğlumla arkadaşımın evinde konuk olarak kalıyoruz ve sabah olduğunda arkadaşım şakayla; “evde kahvaltılık bir şey kalmamış, onun için bizim yazlığa gidiyoruz ama; yolumuzun üstünde de sobası hep harıl harıl yanan bir dağ, kır kahvehanesi var, oraya da uğrarız” dedi. Çabucak hazırlandık ama arkadaşımın çocuklarının dershane programı nedeniyle eşi ve çocukları bize katılamamıştı.
Mevsim kıştan bahara doğru olsa da yolumuzun üstündeki tepede bulunan kır kahvehanesinin kocaman sobası gerçekten harıl harıl yanıyor, içerisi de sıcacıktı. Kahveci arkadaşımı çok iyi tanıyordu ve bizi çok iyi karşıladı. Hep “Hocam burası sizin, siz yeter ki isteyin” deyip zeytin, peynir, yağ, bal tabaklarını önümüze diziyordu. Arkadaşım şakayla; “biz Türkler ekmeksiz bir şey yiyemeyiz” deyince; “Hocam kusura bakmayasın sevinç ve telaşımdan ötürü beni hoş gör” deyip, kocaman ve dilimlenmiş köy ekmeklerini getirdi.
Arkadaşım sobanın üstüne yerleştirdiği maşa ve ızgara benzere teller üzerinde bize ekmekleri kızartmaya başladı. Kızım şaşkın bir şekilde “… amca gerçekten profesör mü yoksa siz ona hep böyle mi diyorsunuz” diye sordu. Ben “neden böyle düşünüyorsun” dememe kalmadan “ama baba koskoca profesör olmuş biri sobada ekmek kızartı mı?” diye öz duygusunu ifade ediyordu.
Doğal olarak biz çok mahcup olsak da; arkadaşım sahip olduğu o profesörlük sanının hakkını tam vererek ve sevecen bir tavırla “üniversite kimliğim şu anda yanımda değil, ben babana fotokopisini, senin adına imzalayıp göndereceğim, bunun için de söz veriyorum” dedi ve dönüşümüzden hemen sonra da faksla gönderdi.
Profesörler de sobanın üstünde ekmek kızartıp konuklarına ikram ediyor ama hayatın olağan akışı içinde bazı sorunların çözümüne profesör olmak da yetmiyor.
Kısmet bu ya; büyük oğlum da askerliğini arkadaşımın hem evine ve hem de çalıştığı üniversitenin hemen yanındaki askeri birlikte yaptı ve hafta sonlarında da arkadaşımın gayretiyle evci çıktı.
Askerliğinin bitiminde oğlum rahatsızlanıyor ve bizim bundan haberimiz bile olmuyor. Arkadaşım onca işine rağmen oğlumu birliğinden; terhis belgesini de alarak arabasına koyup, Egeden bizim yaşadığımız Marmara bölgesindeki evimize getiriyor.
Yapacağım işyerimizin temel kazısı sırasında gördüğüm toprak katmanları bende endişe uyandırınca, arkadaşıma haber verdim. Başta kendisi ve diğer üç uzman akademisyen arkadaşıyla hemen ertesi gün gelip projeyi, zemini ve toprak yapısını detaylı bir şekilde incelediler. Proje müellifi arkadaşımızı davet ederek; zemin yapısı dikkate alındığında projenin revize edilmesi ve güçlendirilmesi gerektiğini anlattılar. Uygulanan revize edilmiş proje sayesinde binamız; Büyük Marmara Depremini hasarsız atlattı.
Evet yıllar hızla akıyor, bizler de gençliği epeyce geride bırakmış, şimdilerde de orta yaş grubundan bir üst gruba terfi sırasındaydık. Yapacağım bahçeli özel konut projesi için baş danışmanımız yine canım arkadaşımdı.
Mimar ve mühendis arkadaşlarca hazırlanan projeleri alıp; eşimle Egenin yolunu tuttuk ve yine canım arkadaşımda birkaç gün kaldık. Proje ile ilgili not ve önerilerini yazılı olarak bize verdi. Dönüş yolunda eşime “benim ciddi bir rahatsızlığım olsa ve sen bu canım arkadaşıma haber versen, normalde dört saatlik bu yolu senin haber vermenden sonra ne kadar zamanda yardıma koşar ve yanında olur” dediğimde eşim tereddütsüz “sanırım kanatlanıp uçmak ister ve yanımda olması da kesinlikle dört saat sürmez” diye cevapladı.
Değerli dostlar hayatta soba üstünde ekmek kızartan profesörler elbette olur. Ama benim arkadaşımın adının önüne “Profesör” sanını yazmak ne kadar gerekli… Ona “iyi adam, iyi insan ve çok iyi bir dost” demek çok daha yakışacak bir sıfattır, sandır diye düşünüyor ve hayatta sahip olunacak en büyük zenginliğin de bu olduğuna inanıyorum.