Dede yatağından fırlamış, Davut merdivenleri iki iki çıkıyordu. Aydın yatakta nefessiz yatıyor, Fatma feryat figan çırpınıyordu. Ambulans geldi, sağlık görevlileri bir umut diye Aydın’ı hızla hastaneye götürdüler ama…

Ertesi gün Aydın toprağa verildi. Herkes perişandı. Henüz kırklı yaşlarda olsa da ağır iş yüküne Aydın’ın kalbi dayanamamıştı. Evlat acısı ne kadar ağır olsa da dede metanetini koruyordu.

Kırkıncı gün Aydın için yapılan hayırlar, okunan dualardan ve mevlitten sonra Adem dede Fatma’yı karşısına aldı, tüm gücünü toplayarak: “Bak benim güzel kızım, bilirsin ben seni gelinim gibi hiç görmedim. Zaten kızım da olmadığı için seni hep öz kızım bildim. Hayat devam ediyor, ölenle ölünmüyor. Senin de benimde yüreğimiz yansa da takdiri ilahi böyleymiş. Sen daha çok gençsin. Okula giden iki çocuğun var. Artık onların tüm sorumluluğu da senin omuzlarında. Benim yaşım epeyce var. Bundan böyle günlerim sayılıdır. İlgilenmen gereken yaşlı bir de anan var…”

Fatma, gözleri yaşlı ama can kulağı ile de dedeyi dinliyordu. Dede, gözyaşına hakim olmak istedikçe sesi titriyor, kelimeler boğazında düğümleniyordu. Fatma mutfaktan getirdiği suyu dedeye uzattı ve dede iki yudum alıp devam etti.

“Ailenin reisi de iş düzeninin patronu da bundan sonra sen olacaksın. Bu sana çok ağır bir yük olacak biliyorum. Bu yükün altında ezilirsin ki benim gönlüm buna elvermez. Dağ gibi Aydın’ımız bile bu yükü kaldıramadı. Bu yükü paylaşman ve azaltman şart. Acımız bu kadar tazeyken bir baba olarak bunları söylemem çok zor ama bir çıkış yolu da bulmamız gerek.”

Fatma başı önüne eğik sesiz dinliyordu, zorluğun o da farkındaydı. “Baba istersen sana bir kahve yapayım, az biraz soluklanırsın” deyip mutfağa yöneldi.

Dede kahvesini içtikten sonra: “Az önce dedim ya senin için de benim için de zor ama bir an önce karar verirsek daha iyi olur. Eğer sen kabul edersen ben Davut’la konuşacağım. Zaten ailemizden biri gibi.” Biraz soluklanıp derin bir nefes alıp: “Davut’la evlen.” Derin bir sessizlik ve sanki odada bir bomba patlamış gibi her şey sis altında… Sessizliği ilk bozan Fatma: “Ama nasıl olur? Daha!..” bir türlü sözünü tamamlayamıyordu.

Dede; “Bak kızım, sen tamam demeden ben Davut’a hiçbir şey söylemem. Çocukların da senin de benim de yakından bildiğimiz biri. Aile için, ailemizin iş düzeni ve torunlarımın geleceği için bu iyi olur. Sen düşün taşın, ne zaman istersen konuşuruz. Olur dersen olur, olmaz dersen de olmaz” dedi.

İyi kötü işler devam ediyor, çocuklar okuluna gidiyordu. O akşam yemek sonrası çocuklar odasına geçmiş, baba kız çay içerken Fatma: “Ben bizim yediğimiz yemekten aşağıya gönderdim, siz de biliyorsunuz yemedi. Çamaşırlar zaten makinada yıkanıyor dedik, çamaşırlarını göndermedi. Şimdi?” Dede başını sallayıp: “Anladım, o zaman öyle olması gerekliydi ve Davut doğru olanı yapmıştı. Arada bir onunla aşağıda kendi yaptığımız yemeği baba oğul gibi yedim. Kendini yalnız ve garip hissetmesin diye. Şimdi durum farklı.”

Böylece dede biraz rahatladı. Konuşmalardan Fatma’nın da evlilik konusunu ciddi olarak düşündüğü anlaşılıyordu ama dede; Fatma’yı zorlamak istemiyordu. Davut ise gündelik koşuşturmaca içinde böyle bir olasılık aklının ucundan bile geçmiyordu.

Aydınsız altı ay geride kalmıştı. Akşam yemekten sonra Fatma çayları yenilerken: “Baba ben düşündüm; kolay olmayacak ama işin devamı, çocukların geleceği için istersen Davut’u bir yokla. Bakalım o ne der ne düşünür” deyince dede: “Hayırlısı olur inşallah” deyip koltuğundan kalkıp Fatma’yı alnından öptü.

Dede daha sabahtan Davut’a: “Bu akşam hem işleri hem de nevaleyi ayarla, burada mangalı yakıp baba oğul seninle dertleşelim” dedi. Sonra ilave etti: “İstersen bir de ufak al, bir kadeh de ben içerim,” dedi.

Hava güzeldi. Dede kadehinin yarısında: “Davut oğlum, senden Allah razı olsun. Acılı ve zor günlerimizde hep yanımızda, işimizin başında oldun. Ben zaten iyice yaşlandım, Fatma büyük acısıyla nereye neye yetecekti. Sen bize güç ve dayanak oldun. Hani ben derim ki bu yakınlık, bu işi sahiplenmen devam etsin. Fatma benim gelinimden çok kızım sayılır. Beni de kırmaz. Gönlümden geçen; Fatma’yla evlensen diyorum. Çocuklar da seni seviyor, seni üvey baba gibi görmezler diye düşünüyorum…” dediğinde, Davut tam ve derin bir şok yaşıyordu. Elindeki kadehi başına dikip, dibini gördü. Sonra: “Ama ben, ben!..” deyip sonunu getiremiyordu. Yemeğin sonunda dedenin elini saygıyla öptü: “Bana az müsaade verirsen, cevabımı yarına söylerim” deyip dedeyi uğurladı.

Dede gittikten sonra, ‘ben rüya mı görüyorum acep diye’ kendi kendine konuşuyor, avuçlarıyla kafasına vuruyordu. Sabahı zor etti. O gün işler de epey zorluydu. İş dönüşü dedeye: “Madem siz uygun görüyorsunuz, ben ne diyebilirim… Benim de babam yerindesiniz. Fatma Hanım’la konuşun, bakalım o ne diyecek…” diye sözünü tamamladı. Dede derin bir nefes aldı.

Dede Davut’un cevabını Fatma’ya ilettiğinde; Fatma bu işin artık ciddi bir boyut kazandığı bilinciyle: “Benim bazı şartlarım olacak, bu şartlara uyulmazsa bu evlilik katiyen olmaz” deyice dede: “Elbette bazı şartların olmalı, haklısın. Şimdi şartlarını söyle bakalım.”

Fatma; “Çocuk istemem bu bir. Sonra işimiz çok büyük, elimizde bir tek vinç, bir forklift hadi bilemedin iki forklift kalacak, bu iki. Gece çalışması olmayacak, bu üç. Çocuklar baba demeye zorlanmayacak bu dört. Makinaların satışından gelen paralar senin hesabında kalacak, Davut’la ilgisi olmayacak, bu da beş. İşimizin geliri ailenin geçimine ayrılacak eğer bir birikim oluşursa işin büyütülmesi için değil, arsa falan gibi yatırımlarda kullanılacak, Davut bu yatırımlarda ortak olacak. Şartlarım bunlar,” deyip derin bir nefes aldı.

Dede makul ve kabul edilebilir bu şartları Davut’a iletti. Davut “hayırlı olur inşallah” diye dedenin elini yine öptü ama Davut evli mi dul mu olduğunu henüz bilmiyordu.

Dedeyle birlikte vapurla karşıya geçip Hacı Mahmut Efendi’nin yanına vardılar. Hacı onları çok iyi karşıladı, yemek ısmarladı. Hacı: “O gün oğlum Haşim’le o yaramaz kadını karşıma aldım, oğluma iki okkalı tokat atıp kapının önüne koydum. Bunu gören kadın sapsarı kesildi. Onu öldüreceğim diye korktu herhalde. Neyse, ona da üç beş kuruş verip buraları terk etmesini, bir daha buralarda görünmemesini söyledim. Avukatım öbür odada bekliyordu. Avukatıma da aha bu kadının vekaletini al, kendi rızasıyla boşanma istesin. Davut’un kimlik bilgileri muhasebede zaten var, bu işi tez bitir dedim. Boşanma ilamın hep çekmecemde durur.” Dedeyi işaret ederek de “Zamanımızda böyle bir adam zor bulunur, sen de bu adama saygılı ol, aileye de sahip çık. Siz az oturun beş dakikaya dönerim” deyip çıktı.

Hacı döndüğünde elinde iki altın vardı ve: Bu düğün hediyemdir, bunu gelinimize takarsın,” diye dedeye verdi, öbürünü de Davut’un yakasına taktı.

Fatma ile Davut’un evliliği böyle başlasa da; uyum çekilen onca acıdan sonra elbette kolay olmayacaktı. Ama Davut düzgün ve dürüst bir aile reisi almak için çok çaba harcıyordu. Çocuklarla şakalaşıyor, onlarla içtenlikle kucaklaşıyordu.

İş düzeni de rayına oturmuştu. Hafta sonları pek çalışılmıyor, Pazar sabahları çocukların deyimiyle ‘ailecek büyük kahvaltıda’ bir arada olunuyordu. Hava güzelse, çocuklar da istiyorsa oltalar alınıyor, balığa çıkılıyor veya pikniğe gidiliyordu.

Bu yeni hayat düzeni aileye iyi gelmiş, mutlu etmişti. Hele Dede, sanki gençleşmiş, dinçleşmişti. Fatma da zamanla balığa gelmeye başladı, her şey yoluna girdi.

Sadece zaman zaman Dede bir köşeye çekiliyor, iç çekiyor ve kendi kedine ‘onca hırsa ne gerek vardı Aydın’ım? Bak aile gül gibi geçinip gidiyor. Hırsınla kendini ölüme götürdün, bizi acılarda koydun’ diye sızlanıyordu.

Ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyordu.