Televizyonda o haberleri izliyoruz. O görüntüler karşısında bizim Erman birden ayağa kalkıyordu…’’Şu öfke seline baksana, adamlar heykelin üstüne çıkmış ve sopalıyorlar! Demek ki zamanında kanayan vicdanlarının öcünü alıyorlar!’’

      Ben de çok etkilenmiştim ve Erman’a dönerek bakışlarımla onaylıyordum. İnsanlar vicdanlarını kanatan bir diktatörün heykelini sürüklüyorlardı, kimisi de tükürüyordu. ‘’Bak Erman’’ diyordum, ‘’belki bıktırıcı olacak tekrarı, ama olsun o sözü çok severim…Vicdan asla unutmaz diye bir söz vardır! Vicdanlarda biriken kin ve nefretin dışa vurumu bu, yani mazlumların intikamı. İntikam kötü bir kavramdır belki, ama yeri gelince de duygular bu kavramı böyle boca ediyor işte!’’

    Nerden ve hangi olaydan bahis açtığımı elbette merak ediyorsunuzdur. Söyleyeyim, Şam’daki o heykel devirme sahnesini anlatmak istiyorum. Şam’ın kalabalık bir meydanına birikmiş insanlar. Birkaç kişi o devasa diktatör heykelini halat atıp boynuna geçirmeye çalışıyor. Birkaç hamleden sonra kement heykelin boynuna geçiyor. O sırada kovboyların boğa yakalama sahnesi aklıma geliyor ve acı bir tebessüm beliriyor yüzümde. Bu insanlar 54 yıllık BAAS rejiminden kurtulmanın heyecanı ve sevinciyle vicdanlarına ve hayatlarına kilit vuran bu Hafız Esed’in heykelini yıkıyorlardı. Eminim ki senelerce o heykelin önünden geçerken içlerindeki nefretin dışa yansımasından bile korkuyorlardı. Zira El Muhaberat denilen o örgüt onların ensesindeydi. En ufak bir nefret belirtisinde bile gidecekleri adres belliydi: ‘’Sednaya Zindanı.’’ Bu özellikle Hama katliamının bir rövanşıydı adeta…

     Biz gelelim o sahneye…Hafız’ın heykelini yıkıyorlar ve önüne de motorsiklete benzer bir ulaşım aracı getiriyorlar. Heykelin boynundaki kementi o motorsiklete bağlıyorlar be onlarca insan da ata biner gibi heykelin üstüne biniyorlar. Kimi elindeki sopayla vuruyor heykelin başına, kimi de tükürüyor.

    Şimdi ben bunları anlatırken yanlış anlaşılmasın, ben o mazlumların öfkesini anlatıyorum. Bir sosyolojik gerçeğe parmak basmak istiyorum. Yani mazlumların değil de zalimin yanında mı saf tutsaydım! Belki bazıları o insanların bu davranışını zalimlik olarak yorumlayabilir. Ben de diyorum ki ‘’çeken bilir demişler.’’ Hamaset olsun diye uzaktan gazel okumak kolaydır. Yani başkalrının çektiğini hafife alıp hamaset yapmak pek de vicdanlıca gelmiyor bana… Bu insanlar senelerce acı çekmiş. Bu zalimce sürecin ortadan kalması için beklemişler. Yani karşı taraftan bir merhamet beklemişler, bakmışlar ki olacak gibi değil, bari kendi göbeğimizi kendimiz keselim demişler. Zira BAAS yönetimi adeta emperyalistlerin ‘’Bölge Valisi’’ gibi bir idare şekli kurmuş. Hani derler ya ‘’göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlarmış!’’ Mazlum Suriye halkı da bakmış ki ‘’göle su kendiliğinden gelmiyor. Bu suyu bari biz getirelim de gözümüz patlamasın!’’

    En sevmediğim davranış şekli nedir biliyor musunuz! Başkalarının ızdırabını ve acısını hafife alıp bunun üzerinden hamaset yapmaktır. Rahmetli nenem savaş yıllarını anlatırken zaman zaman ağlardı, ama biz o çocuk halimizle gülerdik. O da eliyle başımızı okşayıp şöyle derdi: ‘’Evlat size su sesi geliyor! Biz neler çektik o kavga senelerinde!’’ Rahmetli nenem savaşı ‘’kavga’’ diye nitelerdi.

    Şimdi ben de o hamaset yapanlara diyorum ki ‘’geçiniz efendim geçiniz!’’ Bakınız dedim ya vicdan asla unutmaz. Ben yatılı okulda okudum. Bir müdürümüz vardı, merhametsiz mi merhametsiz. Bir tane polis jopu vardı makam odasında. Ferdi suça toplu ceza verirdi Zat-ı Şahaneleri…Birgün beni odasına çağırtıyordu. Birisi gece kalkıp yatakhaneleri dolaşmış ve rahatsızlık vermiş. Birisi de beni hbar etmiş, güya o kişi benmişim. Odasına girdiğimde daha beni dinlemeden askıda asılı jopa doğru yürüyordu. Benim nutkum tutulmuştu o an. Tepemde inen jopların sayısını şimdi hatırlayamıyorum. Demek ki birkaçı da burnuma temas etmişti ki burnum kanamaya başlamıştı. Üstüm başım kan içindeydi ve beni alıp hastaneye götürüyorlardı ve burnuma tampon koyuyorlardı.

    Şimdi benim vicdanım bunu unutabilir miydi? Haksız yere şiddete maruz kalmıştım zira. Ertesi gün asıl kişi tesbit ediliyordu, ama ben o tamponlarla utana utana okuluma gidiyordum.

    Söyleyeyim mi? Ben senelerce nefretimi bastıramadım o kişiye karşı. Kinci değilim ama ‘’vicdan asla unutmaz!’’

    Unutmadı da…

    Dedim ya bu ‘’Hama katliamının rövanşı gibiydi adeta…’’ Hama il merkezinde Şubat 1982’de gerçekleşen katliamın görgü tanıklarından Nacih Aziz  şahit olduğu vahşeti şöyle anlatıyor: ‘’Hama at besiciliği ile ünlüdür. Rejim güçleri at ve koyun barınaklarına girip hayvanları da infaz etti. Katliamdan hayvanlar dahi kurtulamadı!’’

    Demek ki vicdan asla unutmuyormuş…