“ANNE-BABAMIZI, CİNSİYETİMİZİ, IRKIMIZI, DİNİMİZİ VE ADIMIZI BİZ SEÇEMEYİZ”

Yeni okulumla ve okul arkadaşlarımla güzel bir sonbahar sabahı tanıştım. Yurdumuzun çeşitli yörelerinden yaklaşık seksen doksan civarında ve yaşları da on dört ile on dokuz aralığında olan geniş bir aile gibiydik. Ancak tüm kardeşler erkekti. Kız kardeşler aynı kentin başka okullarında yatılıydı. Kız Öğretmen, Hemşirelik okulları yatılı, Kız Sanat Enstitüsü ve karma öğrencili Lise ile Ticaret Lisesi yatısızdı.

Okulda ilk hafta sonu (o zamanda hafta sonu tatili cumartesi öğleden sonra ve Pazar tam gündü) cumartesi bayrak töreni sonrası bodrum kattaki yemekhanede yemeklerimizi yedikten sonra bazı arkadaşlar hazırlanıp kentin tek caddesinde turlamaya çıkıyorlar, bazıları da okulun bahçesinde kalmayı tercih ediyorlardı.

Ben yeni ve acemi olduğum için kenti biraz tanımayı tercih etmiştim. Çünkü biz yatılılar hafta içi günlerde okul kapısından dışarı çıkamıyorduk. Dışarı çıkmak için hemen dolabımdaki dışarlık giysilerimi giyindim ve çıktım. Çıkış yolunun hemen başında karayağız Birol boyacı sandığına tıpkı dışarıdaki ayakkabı boyacıları gibi tempolu fırça vuruşlarıyla “boyacııı” diye çığırıyordu. Sırtındaki desenli gömleğinin bütün düğmeleri açık, içinde fanilası da yoktu. Tam önünde yavaşladım ve ‘önünde boya sandığı, Birol’un yakası bağrı açık fotoğrafını’ hafızama kaydettim. Aradan altmış yıldan da epeyce fazla zaman geçmiş olsa da o fotoğraf hala hafızamda canlılığını korur.

Birol benden bir sınıf öndeydi. Ege Bölgemizin güzel bir ilçesinden gelmişti ve oldukça başarılıydı. Zaten hepimiz geldiğimiz yerlerden başarılı ve fakir aile çocukları olduğumuz için seçilmiştik. Aynı sınıfta olsak kesinlikle çok sıcak bir arkadaşlık için çaba harcardım. Biz yatılıların önceliği hep dersine iyi çalışmak ve başarılı olmaktı. Yine de Birol’la epeyce yakınlaşmış iyi sayılacak düzeyde arkadaş olmuştuk.

Yatılı okullarda adına “Hatıra Defteri” dediğimiz bir defterimiz olur, bu deftere arkadaşlarımızın bizimle ilgili düşüncelerini ve adreslerini yazmalarını ve hatta bir fotoğraflarını da sayfanın başına yapıştırmalarını isterdik. O yıllarda telefon no’su elbette düşünülecek şey değildi.

O yıllarda samimi ve yakın bulduğumuz öğretmenlerimize de sayfa ayırırdık. Ancak defterimizde adı, adresi ve imzası olmayan arkadaşımız pek olmazdı.

Okuldan mezun olduktan sonra eğer aynı yüksek okul ki sadece Erkek Teknik Yüksek Öğretmen veya Mühendislik için Yıldız Teknik’te beraber değilseniz iletişimi sürdürmek pek olanaklı olmuyordu.

Yıllar yılları kovalamış; okullar bitmiş, iş hayatının yoğun temposu içinde birbirimizden habersiz yaşayıp gidiyorduk. Bazan rastlantı sonucu bir arkadaşımızla karşılaştığımızda iletişimde olduğumuz diğer arkadaşlarımızın kulaklarını çınlatıyor, onlarla ilgili bilgileri çoğu zaman sevinç ve bazan da hüzünle paylaşıyorduk.

Aradan geçen çok uzun yıllar içinde Ege Bölgesinde bir yazlık edinmiş ve dini bayramlarımızdan birini orada geçiriyorduk. Okul yıllarımızın hatıra defteri de yanımdaydı. Birol’un adresi yazlığıma otuz kırk kilometre mesafedeydi. Sabah kahvaltı sonrası yalnız olarak arabaya atlayıp yarım saat sonra Birol’un ilçesindeydim. Yollar bomboş, işyerleri bayram nedeniyle kapalı, adres soracağım kimseler yoktu. Arabamı sağa çekip dörtlüleri yaktım. Arabamın yanında geçecek birilerini bekliyordum. TEK’in elektrik arıza ekip arabasının geldiğini gördüm ve el edip yardım istedim. Hatıra defterimdeki adresi aradığımı söyledim, görevliler önce birbirlerine sonra bana ve arabama bakıp; “Beyefendi böyle bir bayram sabahı oralara gitmeseniz daha iyi olur ama siz bilirsiniz” dediler. Ben illa da gitmek istediğimi söyleyince, adreste yazılı sokağın başına kadar bana kılavuzluk ettiler.

Kapıyı çaldım, otuz kırk taşlarında bir hanım açtı kapıyı. Birol’un okul arkadaşı olduğumu, uzun yıllardır görüşemediğimizi ve onu nasıl görebileceğimizi sordum. “Dayım olur ama o bizden utanır olmuş. Bizimle de görüşmez. Geçen hafta oğullarımın sünneti vardı. Dayımdır gelmese de bir selam olsun diye gönderir diye boşuna beklemiştim.”

Ben biraz şaşkın, biraz da ısrarcı “sizde adresi varsa alayım” deyince, “sadece Trakya’da bir ilçede şoför ehliyet kursu işletirmiş, bir de bizim buralarda yazlık almış ama ne yolunu nede yerini biliriz” dedi öfke ve acıyla.

Tam bir şok ve şaşkınlıkla ayrıldım oradan. Tam bir Roman mahallesi ve tam bir roman aile ve haklı bir tepkileri vardı. Kafama koymuştum ve bir şekilde Birol’a ulaşacaktım. Çok uzun sürmedi; eşimle birlikte Trakya Tıpta okuyan yeğenimi ziyaret edip Birol’un yaşadığı ilçeye vardım. Sürücü kursunu buldum. Bizi karşılayan genç oğluymuş. Yatılı okul arkadaşı olduğumuzu anlattım. Oğlu “annemle babam dün yazlığa gittiler” deyip babasının telefonunu verdi. Biz de oradan yazlığımıza geçecektik.

Çanakkale’yi geçtikten sonra Birol’u telefonla aradım ve telefonu açtı. Kendimi tanıttım ama Birol ısrarla beni hatırlamadığını söylüyordu. Okul arkadaşlarımızın, hocalarımızın isimlerini sayıyor, yaşadığımız ortak anıları anlatıyordum. Birol “bu anlattıkların doğru ama ben seni hatırlamıyorum” diyor, başka bir şey demiyordu. Yanımda oturan eşimin sabrı taşmıştı ve şak diye araç telefonunu kapattı. Bana dönüp “bu kadarda saf olunmaz, bak bu adam öz ailesini tanıyıp hatırlamıyor, seni mi hatırlayacak sanıyorsun. O utandığı soyu ve geçmişiyle tüm bağını silmiş, koparmış” dedi.

Eşim çok haklıydı ama… ama!

Ben Birol’un yerinde olsam tıpkı okul bahçesinde arkadaşlarının, hocalarımızın ayakkabılarını boyayan, gömleğinin tüm düğmeleri açık o yağız delikanlının özgüveni ile; “evet, ben bu mahalleden geldim. Ailemi de çok seviyor, onlarla gurur duyuyorum. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet ve milli eğitim düzeni sayesinde; bu roman mahallesi ve roman bir aile bireyi olarak okudum ve yüksek öğretmen oldum, diye mahallemizdeki kız-erkek çocuklara örnek ve ilham olmaya çalışırdım” dedim.

Eşim “eşi de yabancı dil öğretmeniymiş. Ailesiyle ve tüm eski arkadaşlarıyla ilişkisini kesmesini belki de o istemiştir” deyince benim sigortalar tam attı ve eşime dönüp “demek ki her ikisi de okuyup sadece meslek edinmişler. Zavallılar demek ki hiç eğitim alamamışlar” dedim.