Sanırım sekiz yıl önceydi. Aynı gazetede yazdığımızdan olacak ki ben onun şiirlerini, o da benim nesir tarzındaki yazılarımı okurdu.

Tiryakilik gibi bir şeydi sanki...Böylece aramızda oluşan o gönül köprüsü bizi birbirimize yaklaştırmıştı...Buna kalbi dostluk desek daha uygun olur. Ve zaman zaman bana telefon açar ve o haftaki köşe yazımı kalbinden gelen duygularla yorumlardı. Daha doğrusu gönül süzgecinden geçirip içimi titreten o cümleleri sergilerdi. Zira bilirdi ki ''marifet iltifata tabidir!''

            Bir seferinde poliklinik yaapmaktayım ve o hengamede telefonum çalıyordu...Ekranda o kalbi dostun ismini gördüğümde açmamak olur muydu hiç!

            ''Alo hocam!''

            ''Buyurun Mehmet bey, şiirin babası...Yani geçen hafta amma da döktürmüşsün...Kalbi şiirler!''

            Gülüyordu...''Bak şu anda dostlarla beraberiz. Gazete önümüzde ve senin o yazını okuyoruz. Doğduğun beldeyi anlatırken bir kelime kullanmışsın ki çok ilgimi çekti!''

            Şaşırmıştım...''Mehmet bey hangi kelime?''

            ''Bak, o yokuşu çıkarken arabadan inip karşı kayalıkları seyrederken arkadan akraban bağırıyor ya hani!''

            ''Ne gibi?''

            ''Sana 'amma da ubandın' demiş ya. Bu kelime ne anlama geliyor?''

            Gülme sırası bendeydi...''Ubanma öztürkçe bir kelimedir. Boşuna oyalanma demektir. Ben de belki otuz senedir unutmuştum. Rahmetli ninem ve anam da çok kullanırdı!''

            Ve sohbetin sonunda diyordu ki ''açıkhava tiyatrosunda Ayşen Birgör'ün konseri var, yarın müsaitsen beraber gidelim!''

            ''Hay hay, hani körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz'' diyordum ve konsere gidiyorduk.Şahane bir konserdi gerçekten. O sırada kulağıma eğilip şöyle de diyordu:

            ''Bak sen duygusal bir insansın, belli ki sanat müziğini de çok seviyorsun. Hafta sonunda seni Yalova Musıki Derneği'nin aylıkı yemeğine götürmek isterim. Başkanı da Faruk Ömer öskan diye değerli bir müzik adamıdır. Tanıştırayım, çok hoşuna gidecek!''

            Çok sevinmiştim, zira arada bir müzik dinleyip kafamı boşaltmak gerektiğinin farkındaydım. ''Mehmet bey, memnuniyetle...Zaten müzikten ve edebiyattan uzaklaşınca mekanikleştiğimin farkındaydım. Açıkçası robotlaşıyoruz, ama farkında değiliz!''

            Ve o tavernaya gidiyorduk beraberce...Seçkin davetli topluluğunu görünce içimden şöyle diyordum: ''İyi ki gelmişim!'' Ve uzun boylu, sempatik bir müzik adamı ile tanıştırıyordu beni...''Faruk Ömer Öskan hocam...Dernek Başkanımız!'' O sırada ısınmıştım hemen o müzik adamına... Hele de kendi bestesi olan ''Yalovalı Yarim'' şarkısını okuduklarında gittiğim ve tanıştığım için sevincim bir kat daha artmıştı. Ne bileyim o söz aklıma geliyordu ve dudaklarımdan dökülüyordu o an...''Nerde türkü söyleyen bir insan görürsen çekinmeden yanına otur, zira kötü insanların türküsü olmaz!''

            Böyle müzik insanlarına ben ''gönül telimizi titreten adam'' sıfatını uygun görürürm her zaman...Ve bu güzide derneğin ve güzide topluluğun adeta müdavimi oluvermiştim....

            Faruk hocam bir seferinde de hatıralarımı anlatmak üzere adımı anons edip sahneye davet etmişti ki o naif davranışını hiç unutamamışımdır.

            Şair ne güzel söylüyor...

            ''Bak bugüne

            Bu kısa müddet içinde

            Senin mevcudiyetinin bütün gerçekleri bulunuyor:

           İnkişaf saadeti

           Çalışmanın sonsuz hazzı

            Şan ve şerefi

            Muvaffakiyetin ihtişamı,

            Zira dün bir rüyadan ibarettir.

            Yarın ancak bir hayaldir.

            Fakat bugün iyi karşılanırsa

            Dünlerin her birini bir saadet rüyası,

            Ve yarınların her birini bir ümit hayali kaplar.

            Şu halde bugüne iyi bak

            Sabahın selamı budur...''

            Neyse, her ay gitmeye başlıyordum yemekli, sazlı sözlü eğlencelere..Hatta bir seferinde faruk beyden çok sevdiğim o şarkıyı önümüzdeki programda çalmasını rica etmiştim...Güzide Kasacı'nın söylediği o ''Çalıkuşu'' şarkısını... O da ne! Beyza o berrak sesiyle o şarkıyı söylediğinde mest olmuştum ve ayakta alkışlamıştım. Ve değerli bir dost da kazanmıştım...Romantik şarkıların adamı Orhan Turgut'u da anmadan geçemeyeceğim.

            Girişi biraz uzun tuttuğumun farkındayım, sadede geliyorum. En son gelen davetiyede şöyle yazıyordu: ''Yalova Musıki Derneği'nin 40. Yıl Balosu.''

            Şaşırmıştım, demek ki kırk yıllık bir mazisi vardı bu derneğin ve ben de üyesiydim. Elbette davete icabet ediyordum. Havuzbaşındaki kokteylden sonra salona geçiliyordu ve Faruk bey bu derneğe hizmet edenlere plaket sunma vefakarlığını gösteriyordu. Aslında kendisi bu derneğin adeta kaptanıydı ve gemiyi iyi idare ediyordu.

            Dediğim gibi kendisi ''gönül telimizi titreten'' bir müzisyen olarak bu kubbede bir hoş sada bırakmaya devam etmekte...

            O söz ne güzeldir...''Eşek ölür ondan kalır semeri, insan ölür ondan kalır eseri!''

            Yazının başlığını boşuna ''Bir Hayal Tufanı'' koymadım. Evet, böyle müzisyenler topluluğu ''başımızda ve gönlümüzde bir hayal tufanı estiriyorlar!''

             Teşekkürler...