BAŞ AĞIR, KULAK SAĞIR...

Karşımda oturan Halit bey ile yılların getirdiği bir kalbi dostluk oluşmuştu aramızda. Yetmiş altı yaşındaki hastam her gelişinde arkaya yaslanır ve gözlerini kırparak şunu söylerdi: ''Yaş kemale erdi artık, bundan sonra uzatmaları oynuyoruz. Baksana saçlarım bembeyaz, dünyanın derdi bitmiyor ki! İyiki de beş sene önce sana prostat ameliyatı olmuşum, uykularım bölünmüyor artık. Yalnız bir şey söyleyeyim, sen gittikçe gençleşiyorsun hocam, nedir bunun sırrı?''

            Tebessüm ediyordum...''Halit bey onbeş seneden beri kafama attığım formatla yaşıyorum. Yani bir ayar verdim sinir sistemime... Kendin ol dedim!''

            Anlamamıştı galiba...''Nasıl yani, inzivaya mı çekildin yoksa?''

            ''Hayır'' diyordum, ''inzivaya çekilmedim de, artık ön planda kendim olacağım. Yani biliyor musun gönül görmekten yoruldum artık, ama bu bir bencillik değil, bir yere kadar!

            ''Nasıl yani?''

            ''Şunu demek istiyorum, seni ilgilendirmeyen işlere kafanı yormayacaksın. Bir de hayatına değer katacak insanlarla oturup kalkacaksın!''

            Bir süre donuk bakışlarla bana yönelmişti. Belli ki kafasını kurcalayan bir problem vardı... ''Sohbetimize devam ederiz de unutmadan bir şey sorayım!''

            Gülüyorum...''Soru zor olmasın, yoksa çuvallarım!''

            Gülüyor...''Şu eski hastaneyi ne amaçla kullanacaklar acaba? Haa bir de ek bina vardı ya hani, onu ne yapacaklar acaba? Ama duyduğuma göre eski hastaneyi yıkacaklarmış!''

            Ben de bir süre sessiz kalıyorum, sonra söze giriyorum...''Halit bey sana bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatayım mı! Hoca sokakta yürüyormuş, adamın biri yaklaşmış ve sormuş: 'Hocam o adam bir tepsi baklava götürüyordu, acaba kime götürüyordu?'...Hoca sakalını sıvazlamış...''Bana ne!'' demiş, ama adam üstelemiş...'Hocam dikkatlice baktım da sizin eve doğru yöneldi adam. Sanırım baklavayı sizin eve götürüyordu!'...Hoca'nın tepesi atmış ve sesini yükseltmiş...''Sana ne!' diye gürlemiş.''

            Muhatabım tebessüm ediyordu, anlamıştı ne demek istediğimi...''Halit bey bana ne eski hastaneden, ilgi alanıma girmiyor ki...Beynimin yakıtına yazık değil mi! Ne diye yakıt harcayacakmışım, yoksa yakıtım birgün tükenebilir...Baş ağır kulak sağır diye boşuna dememiş atalarımız!''

            Ayağa kalkıp masama yaklaşıyordu...''Vallahi haklısın, yani ben de böyle işlere boşuna kafa yormayacağım!''

            Ne diyebilirdim ki...Anlamıştı, ama devam ediyordu söze...''Yani birisine borç para vermiştim, ama dost bildiğim o kişi çamura yatıyor adeta... Paramı alamıyorum bir türlü...Ben de onu adam bilmiştim!''

            Tebessüm ediyorum...''O sözü çok severim...'Kurdun adı yaman çıkmış, tilki vardır baş keser!' İnsanın karası içindedir, nerden bileceksin.''  Bir yandan da kapıya bakıyor, hani koridor kalabalık ya...''Bakın'' diyorum, ''damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. Ben de çok borç vermişimdir, dönen de var, dönmeyen de var. Bir hatıramı anlatayım...Caddede yürüyorum, bir de baktım ki hiç hoşlanmadığım bir insan karşıdan geliyor. Hani derler ya ''yılanın sevmediği ot tam da deliğinin ağzında bitermiş.'' Tam da o misal yani... Yolumu değiştirip yan sokağa sapayım derken başaramadım. Utanma pazar tokalaşma ve hal hatır faslından sonra birşeyi bahane edip bu uğursuz tavşandan kurtulmanın hesaplarını yapıyorum. O ise 'daha daha nasılsın' diye sormaya devam ediyor. Anlamıştım dilinin altındaki baklayı çıkaramıyor. Neyse sonunda korktuğum başıma geliyordu. Yüksek bir rakam telaffuz ederek borç istiyordu...'Zor durumdayım, bir ay sonra veririm.'  Ve merhamet damarlarım gevşemişti, vermiştim o anda, ama gel gör ki...''

            ''Nasıl yani, alamadın mı yoksa?''

            ''Altı ay sonra aldım, ama paramla da kötü oldum. Verirken demez mi 'senin zaten paraya ihtiyacın mı vardı ki! Muayenehanende iki tık tık, bir şık şık kazanıyorsun!'...''

            ''Haydaa...Öyle mi dedi?''

          

            ''Aynen...Böyle bir pişkinliğe ne diyebilirdim ki! O anda aklıma De Bakey ile ilgili bir anı geldi.''

            ''Merak ettim, anlatsana!''

            ''Dünyaca ünlü kalp cerrahı Michael De Bakey'nin arabası bozulmuş, o da arabasını tamirciye götürmiş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve De Bakey'e dönerek 'size Bir şey soracağım, neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım, bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım. Kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım! Söylesenize nasıl oluyor da siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz, ama ben meteliğe kurşun sıkıyorum!'..Bunun üzerine Dr. De Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş: 'Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene!'...''