UYGURLAR: Doğu Türkistan olarak tanınan Şincan Özerk Uygur Bölgesi’nde,  tarihte birçok Türk devleti; son dönemde: 1933’te Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 1944’te Doğu Türkistan Cumhuriyeti, 1947’de Doğu Türkistan Mahallî Hükûmeti olmak üzere devlet ve hükûmetleri kuruldu. Kısacası, Doğu Türkistan sayısız İstiklâl mücadelelerine sahne oldu.

 1949 yılında Kızıl Çin orduları Doğu Türkistan’ı işgal ederken Doğu Türkistan halkından büyük direniş gördü. Doğu Türkistan mücahitlerinin kutsal Millî Kurtuluş Hareketi noktalanmadı. Komünist Çin ordusunun baskısı üzerine, pek çok Uygur, Doğu Türkistan’ı terk ederek diğer ülkelere sığındı.

Doğu Türkistan adıyla bilinen Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi altındaki Uygur Özerk Bölgesi’nden 1951 yılında yapılan vaki müracaatlar üzerine Türk Hükûmetince alınan 13.03.1952 tarih ve 3-14595 sayılı Heyeti Vekile kararı ile 1853 Doğu Türkistanlı,  iskânlı göçmen olarak Türkiye’ye kabul edildi.

Bunun dışında aynı tarihlerde Hindistan, Pakistan ve Suudi Arabistan üzerinden 500 Doğu Türkistanlı da serbest göçmen olarak kendi imkânlarıyla Türkiye’ye geldi.

İskânlı göçmenlerden 160 hane Niğde’ye, 63 hane Konya’ya, 100 hane Kayseri’ye, 56 hane Aksaray’a ve 150 hane Manisa Salihli’ye yerleştirildi. İskânlı göçmenlere hane başına iki odalı birer ev ve nüfus başına 20 dönümden 30 dönüme kadar arazi dağıtıldı.

1966’da ve 1979 yıllarında Afganistan üzerinden Doğu Türkistanlılar (90 hane) iskânlı göçmen olarak kabul edildi; bunlar da Kayseri ve İstanbul’a yerleştirildi.

Ayrıca 1982 yılında Afganistan-Çin sınırındaki Pamir yaylasından Doğu Türkistan kökenli Rahmankul Han’a bağlı 1.150 Kırgız Türkü iskânlı göçmen olarak kabul edilmiş ve Van’ın Erciş ilçesine bağlı Ulu Pamir köyüne yerleştirildi. Bugün Türkiye’de yaklaşık 30.000 kadar Doğu Türkistan kökenli göçmen yaşamaktadır.

 YUNANLILAR: Yunanistan’ın İtalyan ve Almanlar tarafından işgalinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle 1941- 1945 yılları arasında 30 000’nin üzerinde Yunanlı sivil mülteci Batı Anadolu, kısmen de Akdeniz sahillerine yığıldı. Türkiye’ye gelen ve gelecek sığınmacılarla ilgili olarak Türk hükûmeti, iltica edenlerin herhangi bir şarta bağlı olmaksızın kabul edilmesi ve haklarında mülteci muamelesi yapılmasını uygun buldu. 21 Mart 1942’de Milas’ın bombalanması üzerine mültecilerin kabul edilmemesi durumu söz konusu olmuşsa da, sonraki süreçte Türk Hükûmeti, Türkiye’ye sığınan Yunanlı mültecileri kabul etmeye devam etti.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan’dan kaçıp Uzunköprü’ye sığınanlara ilk etapta maddî yardım yapıldı, karınları doyuruldu, giyim eşyası verildikten sonra Kıbrıs’a veya başka ülkelere gitmek isteyenlere sevkleri konusunda yardım edildi. Türkiye özellikle Edirne, Uzunköprü, Aydın, Nazilli ve Denizli’de oluşturduğu enterne kamplarında Yunanistan’dan gelenlere her türlü imkânı sağlamaya çalıştı.

Aydın’ın İncirliova İlçesi’nde, savaştan kaçan Almanlar misafir edildi.  Niğde, Yozgat, Sivas ve Bergama’da da mülteci kampları oluşturuldu. Örneğin Haziran 1941’de Bergama’da bulunan mülteci kampında 1849 Yunanlı mülteci, Niğde’ deki kampta 1631 Yunanlı mülteci bulunuyordu. Türkiye, burada bulunan mültecilerin 1940- 1944 döneminde tüm ihtiyaçlarını karşıladı. Doç. Dr. Ulvi Keser’in tespitlerine göre, bu kamplardan istifade edenler arasında sivil Yunanlılar olduğu gibi, savaş döneminde Yunan ordusunda görev yapan Batı Trakyalı Türkler, Yunanlı askerler ve üst düzey askeri personel de bulunuyordu.

Mülteci sorunuyla en çok karşı karşıya gelen bölgeler ise Çeşme, Karaburun, Kuşadası, Dikili, Kaş, Kadırga, Güllük, Söke, Antalya, Aydın, Fethiye idi. Yapılan bir açıklamaya göre  1 Mayıs 1941- 1 Mart 1943 döneminde Yunan adalarından  Ege sahillerine 23 000 civarında mülteci geldi. 20 Kasım 1943 tarihinde, Kuşadası’ nda  3 000 mülteci bulunuyordu.

Mir’at Erdöl, 2’nci Dünya Savaşı yıllarında Milâs’ın Güllük nahiyesinde genç bir subay olarak görev yapmıştı. Aradan yıllar geçtikten sonra anlattıkları, Yunanistan’dan Türkiye’ye sığınmaya çalışanların durumunu çok net ortaya koymaktadır:

“…Büyük teknelerle kaçmaya ve canlarını kurtarmaya çalışan bir Yunan konvoyu, Bodrum açıklarında Alman uçaklarının saldırısına uğramış ve konvoy, tümü ile batırılmıştı. Bu durum karşısında biz, elimizdeki kısıtlı imkânlarla karasularımızın da dışına çıkmayı göze alarak, hiç olmazsa, denize dökülenlerden sağ kalanları kurtarmak için olay yerine gitmiştik. Dayanılmaz, yürekler acısı bir manzara… Şişmiş ölüler arasında eline geçirebildiği bir tahta parçasıyla çırpınarak, ölümün eşiğine kadar gelmiş olanların acı feryatları, yüreklerimizi parçalıyordu. Henüz, yaşamakta olanlar, bizi kurtarıcı olarak görünce güçleri büsbütün kesildi ve su yutarak batmaya başladılar. Çünkü artık, kollarını kaldıracak halleri bile kalmamıştı….Biz toplayabildiklerimizi topladık ve Bodrum’a götürdük. Ölüler ise çevrede büyük bir mezar kazılarak topluca gömüldüler.”