Değerli okurlarım bu yazı bir alıntıdır ve kendimce üzerinde küçük düzenlemeler yaptım. Tüm çabama karşın da yazarını bulamadım.

Çok değerli bilim insanı bir ebeveyn tarafından yetiştirilmiş, beyni ve ruhu ışıl ışıl bir genç arkadaşım…

Çok okuyan, düşünen, sorgulayan; sanatsal aktiviteleri hiç kaçırmayan bir entelektüel…

Sohbet ediyorduk; trajik bir itirafta bulundu. ”Daha fazla okumaktan, kendimi geliştirmekten korkuyorum, zira çevremden daha da uzaklaştığımı ve yalnızlaştığımı hissediyorum” dedi.

 Açıkçası bu samimi itiraf beni fazla şaşırtmadı …

Ortaokulda ve lisede aynı sınıfta okuduğum bir başka arkadaşım vardı.

Mimar oldu, akademisyenliğe yöneldi… Amerika’da, Avustralya’da, Kanada’da, dünyanın birçok önde gelen üniversitelerinde ders verdi…

Yıllar sonra karşılaştık… Ailevi sorunlardan ötürü Türkiye’ye dönmek zorunda kalmış…

Benzer bir itirafı ondan da duymuştum… Şöyle demişti:

”Dünyanın her tarafında sadece CV mi göstermek; iyi bir iş  bulmam için yetmiş ve artmıştı. Türkiye’ye geldim, artık CV’ mi saklıyorum. Zira Türkiye’de kariyerim ne yazık ki istikbalimi engelliyor.”

Çok acı bir itiraftır bu; “CV saklamak.”

Bir insan kariyerindeki başarıları neden gizleme gereği duyar?

Ya da kişi kendisini geliştirdikçe yalnızlaştığını neden hisseder?

“Aydın yalnızlığı” Değişen ama gelişmeyen, ambalajı cafcaflı ama entelektüel açıdan sığ toplumların karakteristiğidir bu…

Bilimin, sanatın, kitapların prim yapmadığı, farklı düşüncelerin yaşama şansı bulamadığı toplumlarda aydınlar ezilir… Aydın yabancılaşır… Ve karamsarlaşır aydın…

Türkiye’de aydın toplumdan uzaklaşma içinde ve kendini izole etme eğiliminde…

Olanağı olan, yabancı bir ülkede yaşamayı hayal ediyor. Ya da en basitinden bir sahil kasabasına kapağı atmak süslüyor hayalleri. Ve bunun adı “seçilmiş yalnızlıktır”

Eğitimsizliğin prim yaptığı, taassubun hakim olduğu, niteliğin niceliğe kurban edildiği bir toplumsal düzende aydın için yaşamak oldukça zordur …

Aydın okur… Öğrenir… Sorgular… Ama paylaşamaz, tartışamaz…

Çoğu zaman çevresinde öğrendiklerini aktaracağı kimseleri bulamaz …

Felsefe okur, sanat okur… Anlatır, ama dinleyen yoktur… Gösterir ama bakan olmaz…

Toplum kendi şeklini almasını ister herkesin… Kendisine benzemeyeni eleştirir…

Farklı olmak zorundadır… Aydın başkaldırır, dogma yıkar… Aydın, kutup yıldızıdır, yol gösterir…

Aydınlanma sürecini yaşamayan toplumların hormonlu gelişmişliğinde aydının kaderine “anlaşılamamak” yazılmıştır …

Ama aydın, İkarus’tur… Özgürlüğe kanat çırpar…

Evrensel değerlere yabancı bir toplumda aydın olmak Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzer biraz…

Kendi doğrularınızla baş başa kalırsınız…

Cam fanusun içinde korumak zorunda kalırsınız erdemlerinizi…

Her an bir tehlike bekler sizi gündelik hayatta…

Aydın azınlık uzaklaştıkça; çoğunluk üzerine gelir adeta …

Siz ne kadar başkalarının haklarına saygılı davranmaya çabalasanız da…

Medeni insanlar yaya geçidinden geçerken; kırmızıda durmayan bir “varlık” gelir çarpar size… Örneğin uygar bir biçimde sıranızı beklerken gelir bir “uyanık” geçer önünüze…

Aydın kendisinin “enayi” yerine konduğunu hisseder…

Sadece kendisi için değil sevdikleri için de kaygılanır aydın… 

Ailesini kuşatma içinde hisseder…

Üzerine titrediği çocuğunun okulda arkadaşlarından öğrendiği küfürleri işittiğinde endişelenir.

Oğlu, kızı eve biraz geç kalsa, hemen gazetelerin manşetlerini anımsar, yüreği ağzına gelir.

Evladını yetiştirirken aşılamaya çalıştığı erdemlerin nasıl erozyona uğradığını görür ve öğüt verirken yutkunur aydın…

Olması gereken ile “olan”, yapılması gereken ile “yapılan” ikilemi arasına sıkışır kalır…

En iyi eğitimi almasını sağladığı, yüksek lisansını hatta doktorasını tamamlamış çocuğunun iş bulamaması gerçeğiyle yüz yüze gelir, doğrularını sorgulamaya başlar…

Sığlığın, eğitimsizliğin, sıradanlığın prim yaptığını görür, kendi kendini eleştirmeye başlar…

Aydın ışığını yaymalıdır…

Tamam, iyi, güzel de… Kime, neyi ve nasıl anlatacak?

Neden gazetelerin üçüncü sayfaları son yıllarda “uyardı canından oldu” haberlerinden geçilmiyor?

Aydınına sahip çıkıyor mu toplum?

Herkes futbol konuşurken “Sokrates’in Savunması”nı kime anlatacaksınız?

Herkes evlilik programlarına kilitlenmişken tarihi bir belgeseli kiminle paylaşacaksınız?

Toplum “bırak beni, uyumak istiyorum” diyorsa, dürtüldüğünde dişini gösteriyorsa, kimi nasıl uyandıracaksınız?

Ve… Ve… Aydın yalnızlaşmışsa, ötelenmişse; toplumun aydınlanması mümkün müdür?

Dünyanın her yerinde eğitimsiz, aydınlanamamış kitleler ezilir…

Çaresizlik içindedir, sesini çıkartamaz…

Bize gelince, paradoksal bir biçimde farklıdır bu denge… Bizde aydın ezilir…

Aydın çaresizdir, aydın baskı altındadır…

Aydın için belki de tek kurtuluştur yalnızlığı seçmek …

İçi boş birlikteliklerdense “anlamlı bir yalnızlık” daha çok besler ruhunu aydının…

Hatta daha mutlu, daha huzurlu bile hisseder kendisini yalnızken…

Ardı ardına sıralanmış, hepsi birbirinin aynısı, hiç boşluğu olmayan satırlar, paragraflar arasında; özgürce nefes alabileceği, öznel doğrularını yaşayabileceği bir "parantez" açmak düşer aydına... “Seçilmiş yalnızlık” tır işte bunun adı…