Hatice teyzemin kızı Şaziye benim yaşıtım. Şaziye güzel mi güzel. Anasıyla Çıksorut’un eteğindeki evlerinde ana kız otururlar. Tek oda evleri tertemiz, geniş hayatlarında (avlularında) renk renk mevsimlik çiçekler, mis kokulu güller açar.
Hatice teyzem temizliği ile namlı biri ve kızı Şaziye’yi de öyle yetiştiriyor. Hayatlarının zemini sıkıştırılmış toprak, Şaziye önce tozmasın diye eliyle su serpeler, sonra kocaman çalı süpürgeyle hayatı boydan boya süpürür. Sokak kapısından içeri giren, evin temizliğini hemen fark eder
Halamın kızı Hayriye ‘Sütçü Hayriye’ diye bilinir. Evinin avluya açılan iki kapısından biri keçiler için ayrılan odaya, diğer kapı da Sütçü Hayriye’nin çoluk çocuk yaşadıkları odaya açılır.  
Sabah ezanıyla kalkan Hayriye keçilerin kapısını açar, keçilerin sütünü sağar. Gün ışırken kocası keçileri alır gider, akşam dönüşte Hayriye keçileri yine sağar ve ailenin tüm geçimi de keçi sütünden sağlanır.
Hayriye Halanın büyük oğlu Osman evlenme çağına gelince; Hatice Teyzenin kızı Şaziye’yi isterler. Şaziye; Hatice teyzenin tek çocuğu, henüz on sekiz yaşında ve anasının göz bebeğidir. Hatice teyze tüm ısrarlara karşın:
“Kızım henüz çok küçük” diye hep karşı dursa da çevrenin, hısım akrabanın yoğun baskısı sonucu; “evet ama avluya bir oda yapılsın, ben oraya geçerim, gençler de şimdi oturduğumuz büyük odaya yerleşir. Tövbe olsun ben kızımı dışarıya katiyen veremem” deyip, kestirip atar.
Avluya alel acele küçük bir oda yapılır. Düğün dernek kurulur. Şaziye kız çok gönüllü olmasa da evlenir. Osman eski düzende ana babasıyla sütçülük işini sürdürür, evden gün doğmadan çıkar gün batımından sonra döner. Tatsız ve renksiz bir hayatın verdiği sıkıntı ana kız arasındaki eski günleri aratır olur. Hatice ana bir sabah erkenden kalkıp dış kapıda damadı Osman’ın önünü kesti: 
“Bak Osman böyle hayat mı olur? Gün doğmadan gider, gün batmadan dönmezsin. Bir Pazar günümüz bile yok. Biz ana kız gül gibi geçinip giderdik. O günlerimizi arar olduk. Ananla konuş ki tezden bu işe bir çare bulunsun. Sana bir hafta mühlet, sonra bu eşikten içeri adım atamazsın.” Deyip arkasına dönüp odasına girdi ve uzun süre hıçkıra hıçkıra ağladı.
Şaziye odasını derleyip topladı, anasının kapısına vardı. Havalar da epeyce serinlemişti. Anası yorganını başından geçirmiş yatıyordu. Şaziye bu hali görünce korktu, diz çöküp anasının nefesini yokladı. Nefes aldığını ve uyanık olduğunu anlayınca, o da yorganın altına girip anasına sarıldı.
O akşam Osman eve gelmedi. Ertesi gün Sütçü Hayriye kapıya dayanıp: 
“Gelinimi bana ver, onu evimize götürmeye geldim” deyince Hatice teyzenin eli ayağı buz kesti. Ne diyeceğini bilemedi. Sütçü hem iri yarı hem de şirret biriydi. Şaziye sinmiş kalmıştı. Gürültü ve bağrış çağrışı duyan konu komşu kapı önüne çıkmıştı. Karşı komşu yaşlı Veli amca bastonunu yere sert sert vurarak: 
”Hele bir susun da, şöyle bir beri gelin bakalım” diyerek ortama hakim olmak istese de Sütçü şirretliğe devam ediyordu. Sonunda Veli dayı ortalığa hakim olup yüksekçe bir taşa oturdu, bastonuna dayandı ve Sütçüye: 
“Biz konu komşular da bilir, görürüz ki senin oğlan bu eve sadece yatmaya gelir. Bu ev ona hane, yuva olmamış. Kızım sen kocana söyle bu işe bir çare düşünsün. Sen kadın…  ” 
Sütçü, Veli Dayı’nın sözünü keserek: 
“Size no’luyor ki? Bu benim gelinim, kolundan tutup evime götüreceğim. Kimse karışamaz, anası bile önümde duramaz.” 
Veli Dayı: 
“Kızım bir de senin kocan gelse de onunla da konuşsak.” Dese de Sütçü iyice zıvanadan çıkmış, bir kadına yakışmayacak sözler etmeye başlamıştı: 
“Ben ne dersem o olur. Kocam da bu işleri bilmez, karışamaz. Ben ne dersem o olur.” Diye bağırıyordu.
Şaziye korkmuş, ağlayarak içeri kaçmıştı. Sokak konu komşu ve meraklılarla dolmuştu. Az yukarı sokakta oturan Sütçünün yaşlı anası Fatma nene nefes nefese geldi, kızını kenara çekip:
“Buraya ortalığı daha da karıştırmaya mı geldin? Çekil git, yirmi yirmi beş keçi al gel. Benim hayata koy. Osman size gelip gitmesin. Keçilerle kendi başının çaresine burada baksın. Bunca rezillik yeter. Akşama hem keçiler, hem de Osman buraya gelmiş olacak.” Deyip kızını gönderdi.
Şaziye onca patırtıdan sonra içeri giren anasına sarılarak hamile olduğunu söyledi. Ana kız birbirine daha da sarılarak uzun uzun ağladılar. Sevinilecek bu durum onlar için yeni bir sıkıntı gibi görünüyordu.
Akşam ortalık iyice karadıktan sonra Osman’la babası otuz keçiyle Fatma Nene’nin kapısını çaldılar. Fatma nene Osman’a:
“Şimdi sen evine git, geç kalma. Hatice’ye de selamımı söyle. Bundan sora kızım olacak o ananı da onun kapısına bir daha yanaştırmam. Keçileri biz baban yerleştiririz.” Deyip Osman’ı gönderdi.
Yeni düzen biraz daha rahat olsa da çok bir değişiklik de olmadı. Günler hızla geçiyordu. Yaz başında Şaziye bir kız doğurdu, adını Gülşen koydular. Sütçü biraz çekinerek biraz da utanarak anası Fatma neneyle birlikte torununu görmeye geldi. 
Gülşen bir yaşını geçmiş emekleme aşamasından; tutunarak yürüme aşamasına geçme çabasındaydı. Hava epeyce sıcaktı. Şaziye Osman’la keçilerin olduğu yere gitmiş, Fatma nenenin elini öpüp, hatır sorduktan sonra Osman’ın yanına varmıştı. Keçiler sütleri sağılırken çok uysal ve sakin duruyorlardı. Şaziye keçileri sevip okşadıktan sonra küçük bir satılda (kulplu bakır kap) sütü alıp eve döndü. Sütü kaynatıp kızına biraz ayırıp kalanına yoğurt mayaladı.
Sabahları zor oluyordu ama Şaziye bazı akşamlar süt sağımına yardıma gidiyordu. Böylece günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalıyor Gülşen de büyüyüp serpiliyordu.
Fatma nene iyice yaşlanmış, Gülşen okul çağına gelmişti. Şaziye Fatma nenesine çorbasını içirmiş evine doğru yürürken başı dönmüş, düşecek gibi olmuştu. Duvarlara tutuna tutuna eve vardı ama hali iyi değildi. Anası onu hemen yatağına yatırdı. Şaziye ateşlerde yanıyor, bir yandan da tirim tirim titriyordu. Böyle birkaç gün geçti, sonra biraz düzelir gibi oldu ama Şaziye iyi değildi. Hatice teyze kızını oldukça uzak olan hastaneye neredeyse sırtında taşıyarak götürdü. Şaziye o kadar halsiz, o kadar bitkindi ki; yürümek bir yana ayakta bile duramıyordu.
Şaziye’yi hemen yatağa aldılar. Doktorlar endişeli ve teşhis brosellaydı. Şaziye… Şaziye henüz yirmi beş yaşındaydı.