GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Bundan tam 86 yıl önce, 27 Aralık 1936 günü, İstiklal Marşı’nın ünlü şairi Mehmet Akif Ersoy, vefat etmişti.
1873 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Akif, ilk derslerini Fatih dersiâmlarından olan babası Tahir Efendi’den aldıktan sonra, Halkalı Baytar Mektebi’ni bitirmiş ve Ziraat Nezareti’nde memur olmuştu. Bir süre bu görevi yaptı. Sonra, Darülfünun’ da edebiyat dersleri verdi.
Onu ilk olarak Sırat-ı Mustakim ve Sebillürreşad dergilerindeki şiirleri, yazıları ve tercümeleriyle tanıyoruz.
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk askeri Çanakkale’de, “Çanakkale Geçilmez “ diye haykırırken, Akif bu eşsiz zaferi “ Çanakkale Şehitlerine” şiiriyle ebedileştirdi.
Bir süre Teşkilât-ı Mahsusa isimli gizli serviste çalışarak önemli görevlerde bulundu.
Millî mücadelenin başlaması üzerine, ailesini dahi İstanbul’da bırakarak Anadolu’ya geçti. Değişik yerlerde yaptığı konuşmalarla halkı bilinçlendirdi ve millî mücadele azmini güçlendirdi.
1920’de, TBMM’ne Burdur Milletvekili olarak katıldı.
1921 yılında İstiklâl Marşı’nı yazdı; bu marş TBMM’ de “Millî Marş” olarak kabul edildi..
Çok yönlü bir insan olan Mehmet Akif, Türk dilini ustalıkla kullanmanın yanında Arapça, Farsça ve Fransızca’yı da çok güzel konuşuyordu.
1926 yılında, Mısır’a yerleşti. Kahire Üniversitesi’nde Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi.
1936 yazında İstanbul’a döndü. Ciğerlerinden rahatsızdı. 27 Aralık 1936 günü vefat etti.
Sayın Ayhan Songar, Dr. Ali Rıza Özden’in o günlerle ilgili anılarını şöyle nakleder:
“...Akif’in cenazesi çıplak bir tabut içinde, dört mahalle bekçisinin sırtında Beyazıt Camii’ne getirilmiş. Cuma namazına beş dakika vardı. Bekçiye cenazenin kime ait olduğunu sordum. Mısır’a filân gitmiş, vaktiyle bir adammış, deyince, merhumun Mehmet Akif olduğunu anladım. Küllük kahvesindeki talebelere durumu anlattım. Cebimden bir beşlik çıkararak masanın üzerine koydum. Gidin, bayrak alın da tabuta saralım, dedim. Beyazıt Camii’nde kıldığımız Cuma ve cenaze namazından çıkarken meydan çığ gibi dolmuş. Tabutu Edirnekapı’ya doğru parmaklar üstünde götürürken Saraçhanebaşı’ na varıldığında daha Beyazıt Meydanı boşalmamıştı.”
Mehmet Akif’in cenaze olayını, Prof. Dr. Abdülkadir Karahan da şöyle anlatır:
“..Ben, Edebiyat Fakültesi Talebe cemiyeti Başkanı idim. 28 Aralık günü ikinci dersten çıktıktan sonra, kendisi de cemiyette üye olan Orhan Veli yanıma geldi. Oldukça telaşlı bir ses tonuyla, Mehmet Akif Ersoy’un dün gece vefat ettiğini, cenazesinin Beyoğlu Hastanesi’nden Beyazıt Camii’ nin Küllük diye sevdiğimiz Emir Mahir Lokantası’nın ön tarafına getirilmiş bulunduğunu, fakat tabutunun örtüsüz olduğunu, başucunda da birkaç kişiden başka kimse olmadığını söyledi. Hemen cemiyetteki iki bayrağı arkadaşlarla alıp 200 metre kadar yakınımızdaki camiye koştuk. O sırada bir bayrak daha geldi. Diğer fakültedeki arkadaşlar da olayı duymuşlar, koşarak gelmişlerdi. Edirnekapı’ya kadar Akif’in tabutunu gençler elleri üzerinde taşıdılar ve Babanzade Naim Bey’in mezarının bulunduğu yerin civarına defnettik. Tabut mezara indirilirken birisi gelip maskını aldı. Dini vazifemizi yerine getirdikten sonra içimden geldi, mezarı başında bir konuşma yaptım.”
Mehmet Akif’in şiirleri genellikle bir öykü üzerine kuruludur. Şiirlerinde temel konular ahlâk, din ve vatandır. Şairin 1911’de yayımlanan ilk şiir kitabının adı Safahat’ tır... Daha sonra “ Süleymaniye Kürsüsünde” 1912, “Hakkına Sesleri” 1913, “Fatih Kürsüsünde” 1914, “Hatıralar” 1917, “Asım” 1919 ve “Gölgeler” 1933 yayınlandı.
Büyük şairi saygı ve rahmetle anarak bazı özlü sözlerini paylaşıyorum:
“Budur cihanda en beğendiğim meslek; sözün odun olsun hakikat olsun tek.”
“ İnmemiştir Kuran bunu hakkıyla bilin, ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.”
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
“Sahipsiz vatanın batması haktır; sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.”
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.