GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Ahlâk, insanların gerek birbirlerine, gerekse topluma karşı ödevlerini belirleyen, neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiğini, neyin iyi, faydalı ve hayata anlam kazandırıcı olduğunu gösteren, sağlıklı bir toplumsal hayat için bilincinde olunması ve uyulması gereken değerlerin, özetle insan davranışları ve bir arada yaşama kurallarının bütünüdür.
Türkçede “töre”, evrensel olarak da “etik” ve “moral” sözcükleriyle eş anlamlı olan ahlâk, esas olarak toplumsal bir içeriğe sahiptir.
İnsanın “yaratılışı gereği gerçekleştirdiği davranış” anlamında Arapça “hulk” sözcüğünün çoğulu olan “ahlâk” terimi, huy, seciye, mizaç anlamlarını çoğul olarak kapsar.
Din ahlâkından ayrımla çağdaş değerler açısından ahlâk; adalet, insancıllık, toplumculuk, eşitlikçilik, hoşgörü, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak, vereceğimiz tepkilerde kendini ötekinin yerine koymak( empati), farklılıklara saygı ve dürüstlüktür. Bunların aksi olan düşünce ve davranışlar ise gayri ahlâkîdir.
Dinlerin ve sömürü ilişkilerinin ahlâk kavramında yarattığı yanılsamalara karşın, ahlâkın temeli, insanlar arası ilişkilerde adalet ve farklılıklara saygıda belirlenir.
Dolayısıyla bireysel, cinsel, sınıfsal, ulusal, inançsal, vb. her düzlemde eşitlik ve özgürlük yönelimi olmayan, aksine egemenlik ve sömürü ilişkilerini “meşru” sayan, “kader” kabul eden, bunlara karşı sabır telkin eden ve yasalarla onları kurumlaştıran her türden anlayış, hangi kutsal veya din dışı gerekçeyle örtülürse örtülsün öz itibariyle ahlâk dışıdır.
Ahlâk, insanların bireysel ve toplumsal olarak izlemek zorunda kaldığı davranışların, farklı ortamlarda farklılıklar göstermesiyle gelişir.
Ahlâkın “değişmeyen kurallar bütünü”  olduğunu söyleyen dinî iddianın tarihsel gerçeklik karşısında hiçbir bilimsel değeri yoktur.(  E. Aydın, İslâmiyet’ te Ahlâk ve Kadın, s.3)
Gerçekte biliyoruz ki ahlâk kuralları, değişen koşulara bağlı olarak farklı zaman ve toplumlarda farklı biçimlenmiş, ortak sorunlar karşısında pek çok değişim göstermiştir.
Özellikle kadın erkek ilişkilerinden başlayarak bir sosyal kontrol ve işbölümü çerçevesinde oluşan ahlâk kuralları, zamanla değişen sosyo- ekonomik ilişkilere bağlı olarak kendi de değişir.
Bazı inanç sistemlerinin kadına verdiği hiçbir köklü hak ve özgürlük yoktur.
Egemenliği halktan sakınan, topluma kendini yönetme, kendisinden farklı değerler edinme hakkı vermeyen bir inanış, kadına aile yönetiminde ortak karar yetkisi vermediği gibi, kadının toplumsal ve siyasal hayata girmesini de kabul etmez.
Günümüz ahlâkı, dinsel hukukta, kadın konusunda daha fazla ortaya çıkan haksızlıklara karşı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ nde yer alan ve tüm insanların özgür doğduğu, eşit saygı ve haklara sahip olduğu gerçeğine, sıkı sıkı sarılmaktadır.
En son, 1981’ de Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”, insanlığın ve ahlâkının gelişmesinde önemli bir aşama olmuştur.
Dünyanın her tarafında kadınların fiili mücadeleleriyle kazanılan bu evrensel yasal çerçeve çok önemlidir.
Kadınlar, insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınması ve kullanılmasında ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen ve cinsiyete bağlı olarak yapılan her türlü ayrım, kısıtlama ve mahrumiyetin kaldırılmasında çok önemli kazanımlara sahip olmuşlardır. ( A. Çelikel, Cumhuriyet, 3.01.1987)
Kimi zaman değişik yayın organlarında karşılaştığımız kadına ilişkin hak düzenlemesi/ yasaklar, geçmişte geri kalmış erkeğin egemenliğindeki köleci bir topluma ait geleneğin, reforme edilmiş ya da günümüz toplumuna uydurulmaya çalışılmış zorlama bir ifadesinden ibarettir.
Hiçbir bilimsel temeli olmayan erkeğin üstünlüğü yargısı, aile ilişkilerini köle- efendi ilişkisine indirger. Bu inanış, siyasal düzlemin yanı sıra aile düzeninde de demokrasi tanımaz.
Bu yüzden aile içi sorunlar eşitler arası ilişki kapsamında değil, erkeğin mutlak söz ve karar sahibi olduğu, bir çerçevede onun istekleri temelinde çözülür. ( E. Aydın, a.g.e, s.103)
Kadını tam anlamıyla kölelik koşullarında “gönüllü” yaşamaya zorlayan anlayış, yaygın bir şekilde cinsel yabancılaşmalar ve sapkınlıklar üretecektir.
Tam burada Prof. Dr. A. Ekşi’ nin tespitini hatırlamak gerekir: “Yirminci yüzyılda insanları birbirinden kaçırdıkça, gençlerdeki çelişkiler, suçluluk duyguları hatta saldırganlık, cinsel suçlar ve o çok korktuğumuz homoseksüellik artacaktır.   “( Yeni Gündem Dergisi, s. 43)
Sonuçta günümüz değerleri açısından kabul edilemez ve günümüz dünyasında insanlığı kucaklayamayan davranış ve söylemlerden kaçınmak gerekir.
Atatürk’ ün söylediği gibi, “ Türkiye Cumhuriyeti’ nde kadın; bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en saygın yerde, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır.”
Bunun böyle bilinip değerlendirilmesinde yarar var.
Aydınlık ve esenlik dolu günler diliyorum.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!