''Herşey bir beceriksizlik, çocukça bir budalalık, Fransızların 'gaf' dedikleri türden bir pot kırmakla başlamıştı. Sonradan bu budalalığı düzeltmeye çabaladım. Ama insan bozulan bir saatin çarkını alelacele onarmaya kalkışırsa mekanizmayı hepten bozar. Beceriksizliğimin nerede bitip kabahatimin nerede başladığını bunca yıl sonra bile kestiremiyorum. Sanırım hiçbnir zaman da bilemeyeceğim.''
Tırnak içine aldığım bu cümleler elbette bana ait değil. Kime diye soracaksınız biliyorum... Zweig'in 'Merhamet' adlı romanını okurken bir anda zihnime dank etti o anımı yazmak. Ne bileyim işte bu cümlelerle başlamak istedim. Anıma biraz da teğet geçen cümleler bunlar. Akıcı bir edebi üsluba sahip olan Zweig'in bu ifade tarzı çok hoşuma gitmişti. Bazı yerlerde vurgu yapmaya da çalışacağım. Bunca yıllık meslek hayatımda öyle enterasan, öyle farklı karakterdeki insanlarla karşılaştım ki... Hani o şarkıdas diyor ya 'toplasam o öğütleri burdan köye yol olur.' Doğru yazdım değil mi! Benimki de öyle işte. Diyeceksiniz ki yani birilerini kötülemek mi, birilerini küçümsemek mi maksadınız! Karakterimi, meşrebimi bilenler buna kefildir. Hayatımda kimseyi küçük görme gafletini yaşamadım. Ben kim oluyorum ki bnir insanı küçük göreyim! Kendimi değerli hissedip, kibire kapılıp baş köşeye oturan bir insan değilim ki! Hani 'çok da matah insanlar değiliz' cümlesi ile kendini ifade eden o mütevazi insanı aklıma getiririm hep. İsmi bende saklı kalsın...Maksadım cehalete kapı aralamak...Maksadım ağzından çıkanı kulağının işitmediği insanlara bir gönderme yapmak buradan. ''Komşu dedi ki'' ile başlayan cümleleri çok işitiriz. O anda durup düşünürüm... Derim ki içimden ''eyvah, komşunun dediği cümleleri tuğlalara benzetirsek bu kişi de aralarına beton döküp bu cümlelerden dozerin bile yıkamayacağı bir duvar inşa etmiş. İşin zor!''
Neyse, biz sadede gelelim...Tam o anda kapı açıldı. Kalabalığın arasından tanıdık o kişi girmekteydi, ama arkadan itiraz sesleri yükseldiğini duyuyordum... ''Bir dakika beyefendi, ekranda benim adım yazıyor, neden sıramı alıyorsun!'' Bizim Murteza sağ elinin baş parmağı ile işaret parmağını birleştirip bakışlarını itiraz eden kişiye çevirip ''bir dakika doktorla görüşüp çıkacağım'' diyordu ve bana da sertçe bakıyordu. İçimden de ''yine bana hesap sorma turlarında biri. Yine aynı cümleler! Bu üçüncü gelişi ve ben de bozuk plak gibi her seferinde aynı şeyleri anlatmaya çalışıyorum!'' Zweig demişti ya ''ama insan bozulan bir saatin çarkını alelacele onarmaya kalkışırsa mekanizmayı hepten bozar.'' Fakat ben Murteza'nın bozulan saatini veya katılaşmış düşüncelerini defalarca onarmaya çalışmıştım, ama nafile... Önyargı işte böyle bir yapı ve o önyargı duvarını dozer bile yıkamıyor. Ben kim oluyorum ki! Ve işaret ediyordum. ''Müsade ederseniz bir görüşeyim!'' Evet, Murteza'nın bu duruşu daha farklıydı. Gözleriyle, bakışlarıyla, vücut diliyle ''Bilge Murteza'' bana öğütler veriyordu: ''Zaten böbreğee taktığınız o tel çok gereksizmiş. O tel yüzünden bütün böbreğini iltihap sarmış! Şimdi de diyorsunuz ki bu teli ben çıkaramam. Kim taktıysa o çıkarsın dediler o fakülte hastanesinde!''
Hani Mevlana'nın ö sözü aklıma geliyordu: ''Sen ne söylersen söyle, sen ne kadar anlatsan da anlat, senin anlatacakların karşındakinin anlayacağı kadardır!''
Arkama yaslanıp sakin olmaya çalışıyorum. ''Bak Murteza bey, eşinin üreter taşı böbreğini tıkanıştı ve taş da büyüktü. O kadar zor ameliyatı yaptım ve üreterine de stent koydum. Dört hafta kalması lazım. Ayrıvca senin eşin de astım hastası... Anestezi yüksek risk vermesine rağmen sen ağladın sızladın, ben de bu ameliyatı yaptım. Şimdi stentin çekilmesi de yine anestezi altında olacak Ben anestezi uygulamadan stenti çıkarmak istemem. Eşini ağrı eşiği de zaten düşük, dayanamaz ve Allah korusun kendini kasınca üreteri kopabilir. Bak stenti çıkarmak için tekrar anesteziye göndermedim mi! Bak anestezi uzmanı ne yazmış buraya! Okuyayım: Diyor ki 'bu cerrahi girişim bu hastanede yapılamaz. Hasta masada kalabilir. Bir üniversite hastanesine gitmesi gerekir.' Hatta sizi sevk bile ttim. Eşin masada ölürse daha mı iyi olacak?''
Başını kaşıyıp sakalını sıvazlıyordu...''Bir yerlere gidemem, siz alacaksınız bu teli!''
Gel de anlat. İçimden de diyorum ki ''eşine bir şey olursa, masada ölürse gerisini düşünmek bile istemiyorum!'' Bir hamle yapıyorum, ama anlarsa...''Murteza o kadar zor bir ameliyatı yapmışım, bir teli mi çıkaramayacağım. Hani Nil nehrini yüzerek geçmişim, derede mi boğulacağım!''
Hani Almanlar ''nayn'' dedkleri zaman sözün bittiği yer olurmuş. Murteza da öyle. Sanki başımdan savıyormuşum gibi algılamakta. Ayağa kalkıp sert bir ifade ile bana o bakışı fırlatıyordu: ''Bu iş savclıkta biter!''
Aylar önceki o ilk Murteza ile şu andaki Murteza aklıma geliyordu... Şimdiki bir kaplandı adeta.
Asabım elbette bozulmuştu. ''Merhametten maraz doğar'' sözü acaba bir gerçek miydi!
Sekretere dönüp o ifadeleri kullanıyorum: ''Keşke bir niyet ve düşünce okuma cihazı icat edilse de ben de böyle vefasız insanlara hiçel sürmesem! Adeta vebadan kaçar gibi kaçsam!''