Telefonun öbür ucundaki hastam, aslında hastamdan da öte o kadim dost arıyordu: ''Yarın hastanede misin, biraz rahatsızlığım var da, gelmek istiyorum!''

            Hani nerden bilecekti zamanı ve mekanı tercih etmenin ve bu iki kavrama hükmetmenin her zaman da irademiz dahilinde olmadığını...Nasıl bir cevap vereyim diye düşünürken o espri aklıma geliyordu... ''Şu anda oradan bin altıyüz kilometre uzaktayım!''

            Muhatabım elbette şaşırıyordu, bir sessizlik...''Şaka yapıyorsun, nasıl yani! Anladım, o zaman yurtdışındasın!''

            ''Hayır, yurtiçindeyim... Şöyle doğuya, hatta güneydoğuya bir yürü bakalım!''

            ''Merakta bırakma da söyle!''

            Yine çetrefilli bir cevap vereyim diyordum... ''Bak, iki ulu dağ arasında bir yerdeki şehirdeyim. Bir tarafında Cudi, diğer tarafında Gabar Dağı!''

            ''Anladım, petrolün çıktığı Gabar Dağı...Dur bakalım hangi şehir! Evet çıkardım!'' Böyle diyordu, ama başka bir şehrimizin adını telaffuz ediyordu.

            ''Merakta bırakmayayım, Nuhşehir'deyim'' diyordum.

            İyice şaşırıyordu... ''Ne işin vardı, yoksa tayinin mi çıktı?''

            ''Hayır'' diyordum, ''geçici görevle geldim!''

            Ve bu diyara daha gelmeden kendi kendime şöyle diyordum: ''Gördüklerimi akıl süzgecinden geçirip yazacağım!'' Elbette süzgeç lazım... Kurt dumanlı havayı sever ya... Son zamanlarda sosyal medya denilen ortamda az mı algı operasyonu yürütüldü! Ve de azıcık aklı ve izanı olan insan birazcık dikkat kesilirse bu ''karamamba dili''nin tek bir merkez tarafından dolaşıma sokulduğu hemen fark edilir, görülür. Ben bunun farkında birisi olarak acı acı tebessüm ederim ve sağ elimle bir kavis çizerek ''haydi ordan densiz herif'' derim. Hani argo tabirle şöyle de denilir ya...''Ufak doğra da cücükler de yesin!'' Fakat esef ettiğim, hayret ettiğim bir şey var. Gerçekten ben buna akıl erdirmekte hep zorlanmışımdır. O da nedir dediğinizi duyar gibi oluyorum. Söyleyeyim, kendini Entellektüel sanan bazı zatı muhteremler bile böyle algı operasyonlarına öyle bir inanıyor ki siz aksini söylediğinizde kızgınlığını ve kinini gözlerinden okursunuz. Ama cahil diye küçümsedikleri ve de aşağıladıkları arı duru insanlar inanın onlardan daha ferasetli...İnanmıyorlar bizim Jakobenlere... Buradan şu sonucu çıkarıyorum: Böyle sisli ortamlarda ''gördüklerinin yarısına inan, duyduklarının ise hiçbirine inanma!''

            Hani olayları hep birinci ağızdan dinlemek gerçeğe ulaşmakta daha değerlidir deriz ya...Geldiğim günden beri anlatılanları, yaşanmışlıkları dikkatle dinleyip adeta not almaktayım. Zira bu hatıralar benim için çok değerli. İşte onlardan biri, bir meslektaşımızın o öğle arasındaki çay molasında anlattıkları... Ben de arada sorular sormaktaydım... Bir söyleşi adeta...

            ''Bu sefer geçici görevle geldim, ama birkaç sene önce de askerlik hizmeti için gelmiştim buralara. Aşiretleri bile bilirim, mesela Jirki aşiretini!''

            ''Desene ben acemi erim sizin yanınızda, zira ilk defa geliyorıum. Sizi dinlemek isteriz!''

            Tebessüm ediyor... ''Yok canım, iddialı değilim. Burada iki arkadaş askerlik yapıyorduk. Elbette operasyonlara da tim hekimi olarak beni de götürüyorlar mecburen. Birkaç ay sonra ikimizin de eşleri demezler mi biz de gelmek istiyoruz. Elbette buradaki karışıklığı bilmiyorlar ki! Aslında anlatıyorum, ama nafile!''

            ''Eee!''

            ''Birgün bir de baktım ki eşim karşımda, hem de o kadar yolu arabası ile gelmiş! Şaşırdım inan. Yollar da o kadar güvenli değildi hani!''

             ''Sonra?''

            ''Neyse, birgün iki arkadaş eşlerimizi de alarak dördümüz araba ile çervrede gezintiye çıkmışız. Şu ilerideki kavşağa geldiğimizde bir kargaşa, bir gürültü duyuyorduk. Baktık ki bir belediye otobüsü de ilerliyor. Arabayı da ben kullanıyorum. Neyse kısa bir tereddütten sonra yolumuza devam kararı aldık. Mecburen bu caddeden geçip birliğimize gelmek zorundayız zaten. İlerleyince bir ne görelim, hem kaldırımlarda, hem de cadde ortasında bir sürü silahlı kişi... Bize dur işareti yapıyorlar, mecburen duruyoruz. Yani resmen önümüzü kesmişlerdi!''

            Meslektaşımın yerine ben terlemiştim o an... ''Deme ya! Ne yaptınız peki?''

            ''Tırnaklarıma kadar terlemiştim. Teröristler arabamızın etrafını çevirip rastgele vurmaya başladılar arabaya... Camı açtım, kimlik soruyorlardı. Neyse kimliklerimizi verdik. Ne için geldiğimizi soruyorlardı. Doktor olduğumuzu söyledik. Arabaya vurmaya devam ediyorlar habire. Biz dil döküyoruz, özellikle de eşlerimiz... Neyse yarım saat kadar sürmüştü bu diyalog!''

            ''Peki nasıl oldu da bıraktılar?''

            ''Demek ki biraz merhamete geldiler. En sonunda dediler ki!''

            ''Ne dediler?''

            ''Bu bayanların hatırına sizi bu sefer bırakıyoruz, yoksa onlar olmasaydı sizi götürürdük!''