GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Osman Gazi’nin, Yalova-Hersek’ te, 27 Temmuz 1302 tarihinde kazandığı Bafeus Zaferi’ nin Osmanlı Devleti’ nin kuruluşundaki önemini değerlendirirken, uç toplumunda Osman Gazi’nin manevî destekleyicisi, hukukî ve sosyal hayatı örgütleyici olarak ahîler ve (İslâm hukuku ve dinî kuralların uygulanmasında söz sahibi olan fıkıh bilgini) fakîhlerin rolünü göz ardı etmemek gerekir.
Osman Gazi, farklı geleneklerden gelen ve daha önceleri merkezî otorite ile sorunlar yaşayan abdallar, ahîler ve fakîhlerden aralarında bir ahenk kurarak devletin kurumlarının oluşmasında yararlandı.
Osmanlının veraset sisteminde “unigenture” (topraklarını her taht değişiminde tek bir varisin tam denetimi altında bir bütün olarak muhafaza etme)ilkesini uygulaması, onu, diğer beyliklerden ayıran önemli bir özellik olarak ortaya çıkar.
Osman Gazi, sahip olduğu karizmatik kişiliğiyle, yönetimde izlediği iyi niyetli, dürüst ve gönül alıcı davranışıyla beyliği bir çekim merkezi haline getirdi.
Akınlarda görev alan (Gazi Mihail, Gazi Evranos gibi) gazilerin Hristiyan kökenli olanlarının da bir sorun teşkil etmemesi; gazalarda üstün olması, tarım topraklarının ve otlakların artması beyliğin zenginliği ve saygınlığını artırdı.
Bu da onun egemenliğinin gelişmesinde ve liderliğinin benimsenmesinde çok önemli bir rol oynadı.
Osman Gazi’ nin liderliğinde Osmanlılar, başlangıçta küçük bir aşiret olmalarına rağmen, coğrafî konumlarının sağladığı avantajdan yararlanarak Batı’ ya doğru genişlerken, çevrelerindeki Türk- İslâm beylikleri arasındaki yıpratıcı kavgaların dışında kaldılar.
Anadolu’ da umut verici bir istikrar odağı olarak belirginleştikçe, öbür beyliklerin hanedanlarını evlilikler ve ittifaklarla kendi çevrelerinde toplamayı da başardılar ve giderek güçlenerek büyüdüler.
Osman Gazi, devlet güçlenene kadar kendisinden daha kuvvetli durumdaki Türkmen komşularıyla herhangi bir çatışmaya girmedi; beyliğini Roma/Bizans aleyhine geliştirme politikası izledi.
Şimdi, Osmanlının Bafeus Zaferi’ nden sonra giderek güçlenip büyümesine bir de karşı tarafın durumu ve gözüyle bakalım.
1302 yazı, Roma/ Bizanslılara felâket üstüne felâket getirdi. Bir ordu Magnesia’ da, bir diğeri Bafeus’ ta yenilgiye uğradı. Bir Venedik filosu Haliç’ e girip demir attı, imparatoru kurtulmalık parası ödemek zorunda bıraktı.
1302 yazında uğranılan kayıplardan sonra, ordunun yeniden yapılanması gerekiyordu. Ancak elde para yoktu. Yiyecek ve asker sağlanacak Anadolu gibi zengin kaynaklar elden çıkmıştı. Paralı asker elde etmek için de elde para yoktu. Gerekli parayı sağlamak için imparator bu kez, manastırlara ait mülkler dâhil bütün kilise vakıf mallarından elde edilen gelirlerin, sahipleri tarafından askerî amaçlar için kullanılması yolunda buyruk çıkardı ama bu plân hiçbir zaman uygulanamadı. Üstelik kilise ile imparatorun arasını açtı.
Siyasal olarak ve iç durum açısından imparatorluk ile kilise birbiriyle çatışan hiziplere bölündü.
Elde yeteri kadar asker ve para yokken Konstantinopolis’ teki ve adalardaki Venedik ve Cenevizliler, Tesalya’ da Helenler, Balkanlar’ da Sırplar sürekli bir sıkıntı ve sorun kaynağı durumundaydılar. Balıkesir- Çanakkale bölgesinde de Karesioğulları, boğazı ve bölgeyi kontrollerine almışlar, adalar üzerinde baskıya başlamışlardı. Konstantinopolis’ te yönetici sınıf içinde anlaşmazlıklar büyüyor ve iç isyanlar çıkıyordu. Sonuçta, İmparatorluğun karşı kıyıya geçip Asya’ daki Türkleri yenecek bir ordu oluşturmaya hali kalmamıştı. Bu nedenle bazı teşebbüsler de kolaylıkla önlendi ve sonuçsuz kaldı.
Osmanlının avantajı Roma/ Bizans’a yakın oluşuydu. Anadolu’ daki diğer Türk beyliklerinin etkinlik ve gaza alanlarının bir sınırı vardı. Diğer beylikler fethin sınırına geldikçe, gazileri Osmanlı güçlerine katılıyordu. Zira Osmanlının Roma/Bizanslılarla önce Anadolu’ da, sonra Avrupa yakasında yürüttüğü ölüm kalım savaşı, kutsal savaşa neredeyse sınırsız olanaklar vaat eder görünüyordu. Bu gelişme Osmanlılar’ ın işine geldi, çünkü böylece sayıları artmaktaydı.
Osmanlı tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan Avusturyalı tarihçi Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire adlı eserinde diyor ki:
“…Gerçekten diğer Türk beylerinden çoğunun aksine, Osman’ ın soyundan gelenler, bir devlet yaratmak ve istikrarlı süreklilik gösteren yönetim kurumları oluşturmayı erkenden akıl ettiler.”
Osman Gazi ve ardılları, fethedilen yerlerdeki Hristiyan halkı “zimmet” statüsünde değerlendirerek, yerlerinde bıraktı; uyguladıkları hoşgörü politikasıyla onları korumaya aldılar. Bütün inanç ve ırklara aynı şekilde davrandılar.
Böylece Osmanlı giderek güçlendi, büyüdü ve tüm dünyada varlığını hissettiren bir devlet oldu.
Şimdilik bu kadar...
Yalova tarihine ilgi duyanlara küçük bir katkıda bulunmak istedim.
Birazda güncel bir soruyu dile getirelim:
Hangi AB ülkesinde 40 yaşında emekli var? Hangi AB ülkesinde 2 yıl görev yapınca emeklilik hakkı olan milletvekili var? Hangi AB ülkesinde önden aldığı 12 maaş yetmiyormuş gibi 4 maaş da ikramiye alıp 3 ay tatil yapan milletvekili var? Hangi AB ülkesinde öğrencinin kantinde yiyemediği fiyata Meclis lokantasına yemek yiyen milletvekili var? Hangi AB ülkesinde bizdeki kadar çok makam aracı var?
Gününü aydınlık ve esenlik dolu olsun.
Ne Mutlu Türk’ üm Diyene ve Sözünden Dönmeyene…