Adem amca yıllar önce gurbete çıkmış, aradan üç yıl geçtikten sonra eşi Zehra hanımı yanına ancak alabilmişti. Evlenmelerinin daha birinci ayı dolmadan Adem amcanın sırası gelmiş, Almanya’nın yolunu tutmuştu. İlk işine Dortmud kentinde bir çelik fabrikasında başlamış ve hep orada kalmıştı. Başlangıçta değişik görevlerde çalışsa da, zaman içinde fabrikanın araç bakım bölümünde kaldırma makinalarının bakımında ustalık düzeyine kadar yükselmişti. Türk arkadaşları kadar Almanlar da onu çok seviyordu.

Eşi Zehra hanımı yanına aldıktan sonra hayatı düzene girmiş, işçi koğuşundan çıkıp bir eve yerleşmiş ve işine daha çok sarılmıştı. Oğlu Aydın doğduğunda tüm dünya onun olmuştu. Aydın’dan sonra çocukları olmadı. Zehra hanım tek çocuklarının üstüne titriyor, bir işte çalışmıyordu.

Aydın okula başladığında da çok sevinmişler, mutluluklarını Türk, Alman demeden komşularıyla paylaşmışlardı.

Aydın okulunda çok başarılı olamasa da fena da sayılmazdı. Yıllar hızla geçiyordu ve Aydın Teknik Lisede okumaya başlamıştı. Çok sevdiği annesi pek belli etmek istemese de rahatsızdı.

Aydın Teknik Liseyi bitirdikten sonra daha fazla okumak istemedi. O yaz tatilinde baba Adem’in yeni aldığı arabayla memlekete tatile geldiler. Çok mutlu geçen bir haftanın ardından Zehra Hanım rahatsızlanınca hemen hastaneye koştular. Doktor durumun ciddi ve ağır olduğunu özel olarak Aydın’a anlattı. Adem bey ayakta zor duruyordu.

İzin bitti ama Zehra Hanım hala hastanedeydi. İşyeriyle temasa geçip izin süresini uzattılar ama Zehra hanımı kurtaramadılar. Baba oğul Almanya’nın yolunu yaslı ve kederli tuttular. Yeni bir düzen kurmak baba oğul için oldukça zor olacaktı.

Aydın da aynı işyerine girmiş ve babasıyla aynı birimde çalışmaya başlamıştı. Baba işinde de dışarda da hep kederli, yorgun ve küskündü. Aydın babasına hep moral destek olmaya çalışıyor, onu yalnız bırakmak istemiyordu. Yaşıtlarıyla pek buluşup eğlenmiyor, geceleri babasını yalnız bırakmamak için çok çaba harcıyordu.

Baba oğul iki bekar erkek bu düzendeki hayatı epeyce sürdürdüler. Aydın otuzuna yaklaşmıştı. Bir akşam yemeğinde “Aydın oğlum; ben yaşlandım sende biraz geç kalmış sayılırsın. Bu sene izinde memlekete gidelim, sana münasip bir kız bulalım. Evimiz, yuvamız bir düzene girer” dedi. Sonra da “beni yanınızda istemezseniz buna da itiraz etmem, başımın çaresine bakarım” diye devam etti.

Onlar yıllık izin için yola çıkmadan; memleketteki yakınlara “Aydın oğlumuza münasip bir kız bulunursa hemen düğün yapıp, gelinimizle beraber dönmek istiyoruz” diye haber uçuruldu.

Fatma dul anasıyla yaşıyor, babadan kalan emekli maaşı biraz da aileden var olan birikimle ana kız geçinip gidiyorlardı. Fatma da liseden sonra okumak istememişti. Tanıdıklar araya girerek daha Aydın’lar gelmeden olayı iyice olgunlaştırmış, neredeyse düğün günü bile belirlenmişti.

Fatma ve Aydın tanışıp, birbirini beğenince düğün hazırlığı hızla tamamlandı ve güzel bir düğün yapıldı.

Almanya’ya dönüş yolunda “ben arka koltukta geniş geniş oturup rahat ederim” deyip arabanın arka koltuğuna oturan baba; ilk mola yerinde biraz baş başa kalsınlar diye oğluyla gelininden izin isteyip ayrıldı.

Fatma yeni bir hayat, yeni ve bilmediği bir ülkede yaşamak kurgularıyla duygusal gelgitler yaşıyordu. Hep anne kız birlikte yaşamış, dertleşip söyleşmişlerdi. Şimdi annesi yalnız ne yapacaktı… Gerçi komşular onu pek yalnız bırakmazdı ama yine de bu yeni düzene alışmak pek de kolay olmayacaktı. Zaten annemde benim evlenip yurt yuva kurmamı çok istiyordu ama böyle uzak, bir başka ülkeye gitmemi de pek istemezdi sanırım. Neyse kısmet böyleymiş diye; kafasındaki kurguyla yüreğindeki çarpıntıyı örtmeye çalıştı.

Baba yine arka koltuğa geçti tekrar yola koyuldular. Eve vardıklarında vakit epey geç olmuştu. Ev düzeni dersen; baba oğul iki bekar erkek eviydi. Yol yorgunluğu da ağır basıyordu, baba kendi odasına çekildi Fatma Aydın’ın bekarlık yatağına kıvrılıp yattı ve hemen uyudu.

Baba sabah erken kalkmış, kahvaltılık bir şeyler almış ve masayı hazırlamıştı. Fatma yabancısı olduğu evi gündüz gözüyle tanıma içgüdüsüyle sağa sola bakıyordu. Perdeyi biraz aralayıp dışarı bakınca evin çok güzel ve rengarenk çiçeklerle donanmış bir parka baktığını gördü ve içi ferahladı.

Kahvaltı sonrası baba “işbaşı iki gün sonra, ben size engel olmayayım, alınacakları Fatma kızımla liste yapın; ben onları alır geç vakit dönerim.” Fatma telaşlı ve biraz da şaşkın “babacığım biraz otur, ben sağa sola bir bakayım. Temizlik için, yemek için neler gerekli, şöyle bir göz atayım” deyip evi kıyı bucak inceledi, dolapları, çekmeceleri kontrol etti. Baba elindeki listeyle çıktı. Aydın ve Fatma önce şöyle bir bakıştılar sonra gülüşerek işe koyuldular.

Aydın “ben bir hafta daha evlenme izini alır, sana yardımcı olurum, sen bu evde kalalım dersen, evi ona göre düzer, yeniden döşeriz” deyince Fatma da “az önce pencereden baktım karşıdaki park çok güzel. Bizim memlekette de keşke böyle güzel parlar olsaydı. Şimdilik bu evde kalalım derim.”

Baba işe başladı, Aydın bir hafta daha izin aldı. Önce evin temizliği, sonra kadın gözüyle görülen eksikler tamamlandı. Fatma sokağa adım atmadan geçen dört günün ardından ev biraz düzene girmiş, eve kadın eli değdiği belli olur hale gelmişti. Aydın “yarın birlikte çıkar biraz dolaşırız. Sen çevreyi tanır, hem de alışveriş yerlerini öğrenirsin. Dil sorunu pek yaşamazsın, çünkü burada çok Türk var.”

Fatma evleri, yapıları, caddeleri Türkiye’de olanlara pek benzemeyen çevreye şaşkınlıkla bakıyordu. Sırf kadınların çalıştığı ve işlettiği bir kafeye girdiler. Aydın “belediye bu kafeyi kadın dayanışma derneğine verdi. Haftada bir gün yine yöre kadınları evde yaptıkları elişi incik boncuk, örgü kazak, şal, resim, tablo ve hatta ev yemeklerini kurulan stantlarda sabah saat ondan on altıya kadar satarlar” diye açıklamalar yaparak çevreyi tanıtmaya çalışıyordu. Aydın Fatma için bir pasta kendisi için de kahve söylemişti, gelen siparişi keyifle yediler, içtiler. Fatma “kasap, manav nerede bana onların yerini de göster” deyince Aydın “bizim burada Türk marketleri var, biz oradan alıveriş yaparız. Buradan kalkınca oraya da gidip senin istediklerini alacağız, orada gerekli her şey var ve çoğu da Türkiye’den geliyor” dedi.

Fatma yeni yuvasına yeni çevresine çabuk uyum sağladı. Tek başına dışarı çıkıp alışverişini rahatlıkla yapıyordu. Kafede, parkta oturacağı bayan ahbaplar da edinmişti. Kayınbabası ise çok ama çok iyiydi. Fatma’nın yüreğindeki baba eksikliğini tam doldurmuştu. Günler böylece geçip gidiyor, anasını çok özlüyordu. Sonunda izin günü de geldi. Baba “siz baş başa gidin, bu yıl ben burada kalacağım. Yaşlandım, uzun yol bana ağır geliyor” deyip evde kaldı.

Fatma anasına söylememişti ama anası daha ona sarılırken hamile olduğunu anlamıştı. Anasına “daha üç aylık” diye tekrar sarıldı. Her ikisinin de göz yaşı yanaklarından süzülüyordu.

Sayılı günler tez geçer denir ya, sayılı günler bitti, yola çıkma vakti geldi. Fatma’nın anası hem ağlıyor hem de sıkı sıkı tembihliyordu “kızım aman dikkatli ol, ağır kaldırma, aman çocuğa bir şey olmasın” diye çırpınıyordu.

Dönüş yolculuğu rahat geçti, evlerine yuvalarına sağ salim ulaştılar. Yol boyunca Fatma bebek odası için düşünüp kafa yormuş ama bir çözüm bulamamıştı. “Aydın, bebeğimiz için hep düşünüyorum ama bir çözüm bulamıyorum, bebeğimiz için ayrı odamız yok.”  Aydın hiç düşünmediği bu sorun karşısında önce şaşaladı, sonra “daha geniş bir eve taşınırız” dedi.

Herkes yeni bir eve bakınıyordu ama, Fatma evin önündeki parktan çok uzaklaşmak istemiyordu. Akşam yemeğinde baba sesi kesik kesik ve gözleri buğulu “bir ev buldum, hem de bir sokak ilerimizde. Ay sonunda boşalacakmış. Boyası, bakımı falan da bir ay sürse, doğumdan öce taşınmış oluruz. Torunum Ahmet’in odasını da dayar döşeriz. Daha doğmadan torunuma rahmetli babamın adını dedimse de, siz istemezseniz başka isim koyarsınız. Ben ilk torunumu sağlıkla kucağıma alacağım günü iple çekiyorum” dedi.

Ertesi gün eve baktılar ve beğendiler. Ev Fatma’nın parkına da yakındı. Evin bakımı ve boyası için baba “Fatma kızım sen nasıl ve ne renk istersen ev düzeni ona göre olacak. Yeni eşyalar için de Aydın’la çıkarsın, istediğini beğendiğini alırsın” dedi.

Günler çok çabuk geçiyordu. Yeni evde yeni boya kokusu, temizlik ve yeni doğmuş bebek kokusu yuvadaki mutluluk harmanına katılıyordu. Hele dede sanki havalarda uçuyordu. “Rahmetli babamın adı torunumda yaşayacak, ömrü de uzun olsun inşallah” diyordu.

Ahmet üçüncü yaşındaydı ve kardeşi Ayşe doğdu. Ailenin mutluluğuna diyecek yoktu. Hele dede “emeklilik için şu yaş sınırı olmasa, torunlarımdan ayrılıp bir gün bile işe gitmek istemiyorum” diyordu.

Ayşe kreşten okula geçmiş, Ahmet’se üçüncü sınıfa geçmişti. O sene Adem dede emekli oldu. Yıllar yılı hep çalıştığı için kısa süre sonra evde sıkılmaya başladı. Çocuklar okulda, Fatma’nın işi, başından aşkın. Düşlediği emeklilik günleri ona sıkıntı vermeye başlamıştı. Birçokları gibi kahvehane ve oyun alışkanlığı da olmayınca ne yapsın, uygun havalarda kendini sokağa atmaya başladı.

NOT:

KADERİN BÖYLESİ -2 Türkiye Günleri-

Haftaya siz değerli okurlarımla buluşacak.