GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali denince, akla hemen 15 Mayıs 1919 gelir.

Genellikle bu emrivaki karşısında Osmanlı hükûmetinin sessiz kaldığı, İzmir halkının da bu anî hareket karşısında, Hasan Tahsin dışında, öyle önemli bir tepki vermediği genel kabul görmüştür.

Oysa 7 Ocak 1919 günü, İtalyan ve Yunan muhripleri İzmir limanına girmişler ve her iki devletin siyasi temsilcileri şehre yerleşmişlerdi.

Buradan da anlaşılıyor ki, Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkışları öyle birdenbire olmamıştır.

Birinci Dünya Savaşı içinde İzmir, Yunanistan ile İtalya arasında anlaşmazlık konusu olmuştu. Her iki taraf da İzmir’i istiyordu.

İngiltere ise 1918 yılı sonlarında İtalyanların ve Yunanlıların İzmir’e çıkmamalarını tercih ettiğini bildirdi.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesi’ nden 4 gün sonra, 4 Kasım 1918’de ilk İngiliz savaş gemisi İzmir limanına girdi. Yüzyıllardır bir düşman gemisi ilk defa İzmir’e geliyordu. Tansiyon derhal yükseldi. Geminin görünmesiyle İzmirli Rumlar, ellerine geçirdikleri Yunan bayraklarıyla çılgınca gösterilere başladılar. Bu arada kiliselere de Yunan bayrakları asılıyor, çanlar çalınıyor, havaya ateş ediliyordu.

Bu, aynı havayı teneffüs etmesine rağmen, kendini hâlâ yabancı sayan bir azınlığın, çoğunluğa karşı bir tür isyan edişiydi.

24 Aralık 1918’de, bir Yunan muhribi, Yüzbaşı Mavroudis’ in emrinde İzmir limanına girdi. Şüphesiz bu da Rumların büyük gösterilerine sebep oldu.

Bundan sonra, müttefik savaş gemileri zaman zaman tek tek veya gruplar halinde İzmir limanına girdiler.

Her gelişlerinde de azınlıklar büyük taşkınlıklar yaptılar.

Bu arada, (içlerinde Yunan görevliler olduğu halde) Müttefik Yüksek Komiserleri, İzmir’e geldiler ve İstanbul’dakine benzer şekilde yönetime el koydular. Ayrıca müttefik kontrol subayları, Afyon’a kadar bütün Batı Anadolu şehirlerine dağılarak demiryollarını kontrol altına aldılar.

Bir süre sonra Yunan savaş gemilerinin de İzmir’e ziyaretleri başladı.

Yunanlılar, kısa zamanda İzmir ve Ayvalık’ta Kızılhaç hastahaneleri açtılar.

Bölgedeki Rumlar, “Küçükasya Cemiyeti” adında gizli bir ihtilâl örgütü kurmuşlardı. Bu örgüt, Yunanistan ve Adalar’dan gönderilen Yunan subayları ve gizlice getirilen silâhlarla güçleniyordu.

Zaman zaman silâhlı Rum çeteleri, özellikle Ayvalık, Urla ve Söke gibi yerlerde olaylar çıkartıyor ve Türklerin sivil Rum halkını öldürdükleri propagandasını yayarak İzmir ve çevresini işgale uygun bir ortama sokmaya gayret ediyorlardı.

Böylece ateşkesten hemen sonra başlayan ve Müttefik Yüksek Komiserleri’ nin de desteğiyle her gün biraz daha artan şekilde Batı Anadolu bir huzursuz ortamda için için kaynayıp durmaktaydı. Rumlar, Osmanlı egemenliğinden kurtulmanın ümidiyle coşmuş, şımarık ve küstah bir hal almışlardı.

Kısaca bir kere daha tekrar edelim:

15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edildi ama bu öyle birden bire değil, yavaş yavaş, sindire sindire ve gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra yapıldı.

Peki, bu sırada Osmanlı Hükûmeti ne yaptı diyeceksiniz?

Hiç, hiçbir şey yapmadı. Olayları akışına bıraktı. Ülkenin işgaline göz yumdu.

Siz bakmayın, “Sultan Vahideddin Mustafa Kemal Paşa’yı ülkeyi Yunanlılardan temizlemek için Samsun’  a gönderdi” masalına… ( Amaç Yunanlıları temizlemek olsaydı, Samsun’ a değil, İzmir’ e gönderilirdi.)

Mustafa Kemal Paşa da, Osmanlı Hükümeti’ nin kendisine verdiği (Anadolu’ da beliren işgal kuvvetleri aleyhine beliren asayişsizliği önlemek amaçlı) görevle, 16 Mayıs 1919 günü Samsun’a hareket etti.

Sonuç olarak; Saray, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya düzeni sağlamak ve işgal kuvvetlerinin aleyhine başlayan asayişsizliği önlemek amacıyla gönderdi; olayların değişik bir boyut alması yani ulusal direnişe dönüşmesi üzerine de, bu hareketin önüne geçmeye çalıştı.

Atatürk’ün, iç ve dış baskı ve engellerle nasıl uğraşarak, mücadele vererek, bu cumhuriyeti bize armağan ettiği, gerçekler gözler önüne serildikçe daha iyi anlaşılmaktadır.

Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda birleştirici harç görevi yapan Atatürk ve Atatürk’ün düşünceleri,  toplumda tam olarak kavranamamış ve algılanamamıştır. Türk Milleti’ nin sağlıklı geleceği için Atatürkçü Düşünce Sistemi tam ve doğru olarak anlaşılmalıdır. 

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun!