Sabahın o kör saatinde binmiş olduğum deniz otobüsünde hayallere dalmıştım ve kafamdaki o senaryolar üzerine yoğunlaşmıştım. Uzun bir yolculuğa çıkmıştım ve hiç bilmediğim ve de gitmediğim, ama bilinç altımda farklı bir algılama oluşturan o şehire geçici görevle gidiyordum. Nereye mi? Söyleyeyim, ama ismini karartarak söyleyeyim o vatan toprağının. Ne diye isimlendirsem ki! Evet, şimdi aklıma geldi, en iyisi oraya Nuhşehir diyeyim...Zira sabahtan beri aklımda birkaç isim vardı, nihayet o isimde karar kıldım. Evet, Nuhşehir'e doğru yola çıkmıştım ve koltuğumdan da ara sıra çevreye bakıyordum elbette. Birkaç koltuk ötede de altmışlı yaşlarda sarışın bir erkek bana bakıp tebessüm etmekteydi. Önce üzerime alınmıyorum, içimden de diyorum ki ''herhalde arkamdakilerden birisine bakıyordur, bir tanıdığına!'' Ama habire bakıyor, ama benim kayıtsız kaldığımı görünce eliyle işaret ediyordu. Hani o işaret etmeden yanına gidecek halim yoktu ya!
Halk arasında böyle davranışlar için ne denir biliyor musunuz! ''Bizim it buraya bir balta getirdi mi?'' Neyse, mecburen kalkıp onun karşısına oturuyordum. Aşina bir dost olduğu belliydi, ama adını hatırlayamıyordum elbette. Hani derler ya ''aklım defter mi!'' Muhatabıma adını anmadan hitap ediyordum, ama bu da benim tarzım değildi... ''Hocam'' dedi, ''beni hatırlamadınız sanırım, ben Cemil!'' Ve geçmişe doğru yolculuk yapıyordu.... ''Onbeş sene önce muayenehanenize gelmiştim, bana prostat ameliyatı yapmıştınız. Çok memnunum!'' Hatırlamıştım, biraz durgun olduğumu görünce demek ki vücut dilimi iyi okumuştu ve soruyordu: ''Biraz durgunsunuz, yolculuk nereye? İstanbul'da bir işiniz mi var?''
Tebessüm ediyordum... ''Evet Cemil bey, çok uzaklara gidiyorum görevli olarak!''
''Hayrola, nereye?''
Arkama yaslanıyordum... Adı hep terörle anılan o şehri telaffuz ediyordum orijinal haliyle... Bakışları bir an donuyordu adeta... ''Aman kendine dikkat et, gerçi kahramanlarımız orada güveni sağladı, ama yine de dikkatli olmak lazım!''
''Cemil bey, elbette tedbir önemli, ama ben kaderin üstünde bir kader olduğuna inanan bir insanım'' dediğimde iki eliyle ellerimi kavrıyordu ve gözlerinin yaşardığını görüyordum. ''Merak etme'' diyordu, ''ben senin kalbini az çok biliyorum!'' Ve geçmişe ufuk turu yapıyorduk. ''Astımım var, bir doktora gidiyorum. Almanya'dan emekliyim. Bu meret nefes darlığını da o kömür madeninde çalışırken kaptım!''
Nerden aklıma geldiyse soruyordum... ''Ruhr bölgesinde madende mi çalışıyordun yoksa?''
şaşırıyordu... ''Evet Ruhr'da... Yoksa oralara geldin mi? Nerden biliyorsun Ruhr'u?''
''Gelmedim de hani lisede coğrafya dersinde okumuştuk da birden aklıma geldi ne bileyim'' diyordum.
Hani insanımız bir hekimle karşılaşınca başlar sıfırdan anlatmaya ya! O da başlıyordu anlatmaya... ''Babam Almanya'da aynı işte çalışıyordu. Beni de 22 yaşında o işe aldılar. Dinamit kursu gördüm. Dinamit patlatıyordum yerin altında!''
Şaşırmıştım... ''Nasıl yani, korkmuyor muydun?''
Gülüyordu...''Ekmek parası, mecbursun. En önde ben olurum. Elimde gaz seviyesini ölçen bir cihaz olur. Fener de yakamazsın çoğu zaman. Cihaz yükseği gösterince karanlıkta saatlerce oturursun. Altı saat oturduğumu bilirim yerin altında karanlıkta tek başıma. Sonra cihaz normali gösterince dinamiti patlatırım, ama öyle bir sarsıntı olur ki deprem sanırsın!''
Hayretle dinliyordum... ''İşin oldukça zormuş Cemil bey!''
Başını sallıyor... ''Zor da ne demek! Yirmi iki sene üzerinden emekli oldum ve vatanıma döndüm.''
Zaman su gibi akıp geçiyor ve yaklaşıyoruz. Saatine bakıyor... ''Sahi senin uçağın kaçta kalkıyor, nerden uçacaksın'' diye soruyor.
''İstanbul Havalimanı'ndan saat 13'de, ama Havaist'e binmem lazım da nerden kalktığını bilmiyorum'' dediğimde elimi kavrıyor. ''Hah tam da benim yolumun üzeri, seni oraya kadar götüreyim'' diyor ve indiğimizde çantalardan birisini de o kapıyor.
Durağa vardığımızda vedalaşırken bana sarılıyor, bırakmıyor... O da ne! Bakıyorum ki gerçekten ağlıyor.
Duygulanıyorum elbette... ''Ağladığıma bakma, oraları güvenilir'' deyip ayrılıyor. Belki de beni teselli babında söylemiştir diye düşünmeden de edemiyorum.
Ve Havaist otobüsü ile havaalanına varıyorum ve birkaç saat sonra gökyüzündeyim. Ama karmaşık duygularla elbette... ''''Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına'' sözünü hatırlıyorum...