Doğada olsaydım şu ifadeleri kullanırdım zaman için: ''Gölgelerin uzamaya başladığını farkediyordum!'' Lakin o gün sabahleyin girdiğim ameliyathane odasındaki saate bakıyordum. Bu yedinci ameliyat vakasıydı ve saat da tam ikindiyi gösteriyordu, yani dört buçuk olmuştu. Haliyle gölgeleri mi görecektim o odada sanki...Saate göre teknisyene söylüyordum...''Bizim servise telefon edin de son hasta yemeğini yesin, zira onun ameliyatı yetişmeyecek! Yarın gelip beni görsün de yeni bir ameliyat günü belirleyelim!''

            Öyle ya her zaman da evdeki hesap çarşıya uymaz ya... Vaka vardır, hesabını tutturursun, yani ameliyatını tahmin ettiğin zaman süresinde yapıp bitirirsin. Vaka da vardır ki o tanıya ilaveten başka bir sürprizle de karşılaşırsınız ameliyat sırasında ve haliyle süre de uzar...

            Ve son ameliyatı da bitirip yorgun bir vaziyette kliniğe gidip akşam vizitini yapmaya başlıyordum. Hemşire birden bakışlarını bana yöneltiyordyu...''Bugün hep aksilikler bizi buldu. Ameliyatı yetişmeyen hasta bize ne yaptı biliyor musunuz!''

            Şaşırmıştım...''Hayrola bir tatsızlık mı yaşandı'' diye soruyordum.

            ''Onun gibi bir şey...İsa beyin koğuşuna gidip ameliyatının erlenendiğini söylediğimde öyle ağır ifadelerde bulundu ki burada söylemeye utanıyorum!''

            ''Nasıl yani?''

            ''Öfke ile hemşire setine doğru geldi ve ağır ifadeler kullanarak elindeki belgeleri de yırtıp yüzümüze fırlattı ve gitti. Kapıları da çarptı!''

            ''Merak etmeyin, o hasta o ağır ifadelelle kendini tanımlamış, yani meşrebini ortaya koymuş. Bir söze bakarım, bir de kimin ağzından çıktığına...Siz o özlü sözü biliyor musunuz?''

            Omuzlarını silkip yüzüme bakıyorlardı hemşireler...''Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir!'' Tebessüm ediyorlardı...İiyice açıklama getiriyordum...''Yani bazı oluklardan bal akar, bazısından da irin!''

            Hastanın anestezi onayını dosyadan çıkarıyor hemşire ve ''kliniği terkedip gittiğine ve ameliyat olmayacağını da söylediğine göre bunu yırtıp çöpe atıyorum o zaman'' diyor.

            ''Haklısı9nız, usul öyle ama yine de bana verin onu. Bu tip hastalar füze gibidir, pişman olup yarın polikliniğe gelebilir. Ben bu filmi çok gördüm, içgüdüleri ile hareket eden canlılar sonunda pişman olur!''

            Hani bazen aksi insanlar korosu diye bir manzara çıkar karşınıza. O gün de ameliyata çağırdığımız hastaların bir kısmı sanki sözleşmiş gibi bazı şartlar ileri sürmekteydi. Hemşire anlatıyor...''Ameliyat edeceğiniz Semra hanıma da bir söz vermişsiniz, diyor ki!'' Sözünü kesiyorum telefonda: ''Ne sözü vermişim, anlamadım?''

            ''Yatırırken demişsiniz ki serviste bir cesaret iğnesi yaptırırım ve ameliyathaneye o şekilde alırım, sen rahat ol!''

            Şaşırıyorum elbette...Söylediklerinin bir hayal mahsulü olduğu belli...''Ben anestezi uzmanı değilim ki...Heyecanlıyım dedi ve ben de ameliyat masasında anestezistlerin sakinleştirici ilaç uyguladıklarını söylemiştim'' diyorum. Hemşire devam ediyor: ''Sema hanım diyor ki cesaret iğnesi yapılmadan şurdan şuraya adım atmam, ne yapalım?''

            ''Hemen taburcu edin ve baaşka bir hastayı gönderin ameliyata'' diyorum, ama biraz sonra bir de bakıyorum ki şartlar ileri süren Sema hanım preop odasında... Ve elbette ameliyatını yapıyorum....

            Gelelim İsa adlı hastamıza... Evrakları yırtıp kliniği terketmişti ya...Ben de artık ertesi günü gelmez diye düşünürken polikliniğe birisi girip masama yaklaşıyor ve hiç bir şey söylemeden biraz da asabi bir bakışla beni süzüyor. Hani bazen simayı bir an unutursunuz ve haliyle o an çıkaramzsınız. Ekrana bakıyorum, evet dünkü İsa bu...Sanki beni hasım görüyor ve intikam alacakmış gibi bir vücut dili sergiliyor. ''İsa hoş geldin, hakkını helal et, dün araya bir acil vaka almak zorunda kaldığımdan senin ameliyatın yetişmedi. Otur hele, sana yeni bir gün tayin edelim'' diytorum, ama hala o sert ve muhatabını rahatsız edici bakışlar devam ediyor. İçimden de diyorum ki anladığı dilden hitap et...''Dün yapmış olduğun o hareketi sana yakıştıramadım İsa, neyse gençliğine verdim...Ameliyat olmak istiyor musun, söyle!''

            Oturuyor...''Beni o saate kadar aç bıraktınız!''

            ''Bak ben kin gütmem, evet sana kızmıştım, ama gençliğine verdim...İstemiyorsan gidebilirsin...Güle güle!''

            Yumuşuyor...''Tamam hocam, ameliyat olup kurtulmak istiyorum'' dediğinde yeni bir gün tayin ediyorum. Ayağa kalkıyor...''Ama o gün bir mahkemem var, bir darp meselesi...Belki de aleyhime sonuçlanacak. Dah önceye bir tarih verseniz!''

            ''Tamam'' diyorum, ''o zaman haftaya listemdesin ve seni ilk vaka olarak alacağım!'' Yanağına da dokunmadan edemiyorum...''Bak'' diyorum, ''mahkeme heyeti aleyhine bir karar verdiğinde üzerlerine yürüyüp bağırıp çağıracak mısın mahkeme salonunda?''

            Sağ elini havaya kaldırıyor...''Olur mu hocam'' dediğinde taşı gediğine koyma zamanı geliyor. Zaten maksatlı olarak sormuştum...''Ama klinikte asabi hareketler yapıp terkettin. Orada da yapsana! Böyle diyorum ama sakın yapma!''

            Bütün bunları bir mizah olsun düşüncesiyle yazdığımı söyleyeyim, ama ''kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla'' demiyor da değilim yani...Ne kadar insan varsa o kadar da davranış tarzı vardır, ama ne olursa olsun o insanlar bizim insanımız ve onları seviyoruz. Bizim kalbimizde kin denilen o duygu varlığını sürdüremez.

            Bakın ''aykırı insanlar korosu'' sayesinde bir mizah yazısı da ortaya çıkmış oldu...

            Kısa günün karı...