Mevsim sonbahar. Ekim ayının başında bir otobüsteyim. Tanıdık bir yolculuk, ezberlenmiş bir güzergâh… Koltukların kırmızı beyaz oluşu milli duygu belirtisi olsa gerek. Takdir edilesi... 21 numaralı koltuktayım. Tek kişilik koltukların kendine has bir yalnızlığı vardır. Hoşa giden bir tek başınalık. Yola yakın yaşama uzak. Uzun boylu insanların kadersizliğiyle bacaklar sıkışıyor her zamanki gibi. Önümdeki adam son kademesine kadar yatırdığı koltukla kişisel alanımı işgal ettiği yetmezmiş gibi hafif horlama sesiyle katkı sağlıyor hoşnutsuzluğuma. Aldırmaz uyuyuşuna gıpta etmiyor değilim. Çünkü ben altı saatlik yol nöbetçiliği yapacağım gece devriyesi gibi. Kolay iş değil. Şoförden daha kıdemliymiş gibi davranan mavi üniformalı görevlinin uyarılarına aldırmadan ışığı açık bırakacağım bütün gece. Bu görevlilerin su istemek için arandığında bulunamayan gizemli halleri vardır. Önümdeki yolcu değişik sesler çıkararak sağa döndü. Çok yorulmuş belli. Ne yapalım yarın yürüyemeyiz artık, desem de yürümem gereken bir gün. Sevdiğim ama anlaşmaya yanaşmadığım kardeşimin toplumca en çok kabul gören birlikteliğe adım atma etkinliğinde en çalışkan katılımcı olmalıyım. En evli en barklı olacak sonuçta. Yine yakalayamadım muavini. Kaba bir hesapla 12 metre olan otobüste nasıl kaybolabiliyor, ben dünyada kaybolmayı beceremezken. Sudan çıkan karabatak gibi bir anda yanımda dikiliyor.

-21 numara, Ece Hanım?

Bana kalsa ismim Silva olsun isterdim. Silva “böğürtlen” demek. Meyveleri lezzetli olan bu bitkinin dik dalları zamanla aşağı doğru kıvrılır. Annem kraliçe olmamı istemiş olmalı ki “Ece” ismini koymuş umutla. Yazık.

-Evet benim.

-Nerede ineceksiniz?

Mümkünse dünyanın sonunda.

-İzmir

-Otogarda mı?

Sen beni yolda savur, bavulumu da arkadan atarsın. Şöyle rüzgâr nereye savurursa artık. Yeter ki yarınki düğünde akraba denilen kan emicilerin “Sen de evde kaldın kızım” sözlerine maruz kalmayayım. Orada vurgulu söylenen “kızım” şefkat kılığına girmiş ruh emici bir kelime.

-Evet otogarda.

Muavin notunu aldıktan sonra dans figürleriyle dar koridorda ilerlerken ben de geçmiş zamanın içinden geçen derin bir iç çekişle başımı usulca koltuğa bırakıyorum…

EMEL TUNÇİNAN