Atatürk burada işlenen konulara çok önem veriyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbalini, yurttaşlık hak ve ödevleri konusunda aydınlatılıp bilinçlenmiş bireylerin geliştireceğine inanıyordu. Bu sayede yönetimi devralacak kuşaklar, medeni ve çağdaş bir toplumun oluşmasını sağlayacaklardı.
Kitaptaki önemli başlıklardan birisi olan “Devlet” kavramı şöyle tanımlanmıştır;
“Belli bir toprakta yerleşmiş, kendine özgü bir güce sahip olan bireylerin bütününden oluşan varlık”
Atatürk’e göre devletin olabilmesi için her şeyden önce bir insan topluluğu yani ulusun var olması gerekiyor. Ondan sonra o ulusun kendi topraklarında özgür, dışarıdan hiçbir sınırlama ve baskı olmaksızın yaşama ve çalışma hakkına sahip olması geliyor.
İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kurtuluş Savaşı sonrası düşmandan arındırılmış Anadolu toprakları üzerinde, bağımsızlığına kavuşmuş Türk Ulusu tarafından kurulmuştur.
19. yüzyıldan itibaren Gayri Müslüm milletler Osmanlıdan teker teker ayrıldılar. Arap yarımadası, Ortadoğu ve Balkanlar kaybedildi. Yunanlılar, Bulgarlar ve Araplar kendi devletlerini kurdular. Türkler Anadolu’ya göç etti. Osmanlı parçalandıktan sonra Türkler devletsiz kalamazdı.
Atatürk yukarıda adı geçen kitapta Türk Milletini “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diye tanımlıyordu. Böylece dine, mezhebe veya ırka, soya, kan bağına bağlı bir millet tanımının yerine, vatandaşlık bilincine dayanan bir millet tanımı yapmıştır.
1924 Anayasası’nın 84. Maddesi Meclis’te uzun tartışmalara neden oldu. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti halkına etnik köken, din ve mezhep farkı gözetilmeksizin “Türk Milleti” denilmesine karar verildi.
Artık padişahın kulları yok, özgür ve eşit bireyler vardı. Türk Ulus Devletiyle de ümmet yok, millet vardı.
Acaba bugün ne var ne yok?