Geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar gider. Bu günkü adı yüzyıllar boyunca pek az değişikliğe uğramıştır. Elde edilmesi için pek çok savaşlara sahne olmuş önemli bir yerleşim yeridir. İç Anadolu bozkırının kenarından geçen tarihi yol üzerinde bir kavşak noktası olması nedeniyle çağlar boyunca stratejik ve ekonomik bakımdan önemini korumuştur.
Ankara’nın Türk Kurtuluş Savaşında önemli bir yeri vardır. Atatürk’ün ifadesi ile “İşgal onun kapısında durmuştur.”
Mustafa Kemal Paşa ve yanındaki heyet 27 Aralık 1919 da Ankara’ya geldiler. Bu tarihten sonra Milli Mücadele buradan yönetildi. 23 Nisan 1920 de TBMM Ankara’da toplandı. Cumhuriyet burada ilan edildi.
Başkent olduğunda 35-40 bin dolayında olan nüfusu 1935 te 122.720 ye, 1980 de 1.877.757 ye çıktı. 2016 yılında yapılan son nüfus sayımına göre Ankara’nın nüfusu 5.346.518 dir. Bugün ise 6 milyonu aşmış durumda.
Başkent seçiminde Ankara’nın pek çok rakibi vardı. Batı yönünde Eskişehir ve Bursa, merkeze doğru Konya ve doğuda Kayseri.
O yıllarda Ankara’da su yoktu. Ağaçsızdı, kuru ve çoraktı. Doğal yapısı şehirleşmeye, hele başkent olmaya hiç uygun görünmüyordu. Ama öte yandan Büyük Millet Meclisi orada toplanmış, TBMM hükümeti orada kurulmuştu. Adı uluslararası platformda Ankara Hükümeti idi. Kurtuluş Savaşı tümüyle oradan idare edilmişti.
Malatya Milletvekili İsmet Paşa, Ankara’nın başkent olması için Meclis Başkanlığına önerge verir. Bazı karşı görüşler ve tartışmalar olsa da sonunda herkes en uygun yolun bu olduğunda birleşir ve 13 Ekim 1923 te önerge kabul edilir. O günü Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinden okuyalım;
“Meclisten çıktığımız zaman hemen kapı önünde eski idari amirinin dikmiş olduğu fidanı gördük ve ağaç da pek iyi yetişiyor dedik”
“Bir zamanlar buralar bağlık ve ağaçlıkmış. Yakınlarda küçük korular varmış.”
“Çankaya bekçisine bir gün “Buralardaki ağaçları ne diye kestiler diye sormuştum. Gölgeden başka bir şey verdikleri yoktu ki dedi.”
“Yeşil Ankara başlığı ile Hakimiyet-i Milliye gazetesinde bir başmakale yazdığımda, Mecliste adeta hakarete uğrayacaktım. Dalkavuk diye söyleniyorlardı.”
Atatürk bir gün Çankaya Köşkü bahçesinde dolaşırken etrafındakilere; “Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim?” diye sorar.
Herkes olumlu yanıt verir. “Neden?” sorusuna gelince kimi stratejiden, kimi siyasetten söz eder. Atatürk; “Şimdi dalkavukluğu bırakın. Saydığınız nedenler beni ikna etmeye yetmez. Ben bambaşka bir hedef güttüm. Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha göstermek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği yeşil sahalar, asfaltlarla bezenecek. Bunu hepimiz göreceğiz.”
Son olarak yine Falih Rıfkı Atay’ın 1968 de yazdığı bir yazısından alıntı yapalım;
“Eğer batılı uzmanlar çabuk kovulmasaydı, şehir plancılığı fikri yok edilmeseydi ve İstanbul’da olduğu gibi spekülasyoncular ve arsa tüccarları plana musallat olmasaydılar, Ankara bugün, şimdikinden birkaç misli daha ileri bir şehir olurdu.”
Acaba şimdiki Ankara’yı görseydi neler yazardı? Öğrencilik yıllarımın geçtiği ellili yıllar ve sonraki altmışlı yıllar, Ankara çok daha yeşil ve şirin bir kentti.