Yemekte o meslektaşım o konuyu iletince çatalı bırakıp akmama yaslanıyordum ve bir süre boş gözlerle kendisine bakıyordum... ''Hayrola'' anlamında başını sallamaktaydı... Bu şekildeki vücut dilime bir anlam veremediği belliydi. ''Bak'' diyordum Erdem, ''neyse o, hiç değişmemiş!''
Tebessüm ediyordu... ''Yani cemaziyelevvelini bilirim mi demek istiyorsun?''
''Hayır'' diyordum, ''bitmeyen senfoni desek daha uygun olur! Depreşme yani!''
Aynen öyle...''Erdem sen insanların değiştiğine, zamanla değişebileceğine, eski huylarından vazgeçebileceğine inanıyor musun sah? Yani aklıma takıldı ve fikrini alayım dedim de!''
Bu sefer gülüyordu...''Bilmem, kişiye göre değişir, ama mesela ben az çok değiştim diyebilirim!''
Biraz esprili bir cevap vereyim diyordum...''Yani mutasyona uğradığını kabul ediyorsun!''
Gülme sırası ondaydı...''Yok canım, iskelet yapısı aynen duruyor da...Yani nasıl söylesem!''
İmdadına yetişiyorum...''Yani diyorsun ki köşeli, iğneli yönlerim biraz yontuldu!''
Ne diyebilirdim ki...''Ben de öyle düşünüyorum, ama Cimşitcan neyse o...İnan hiç değişmemiş...Yine aynı hatalar veya zaafların dışa vurumu!''
Bu tatlı ve kısa sohbeti bir özlü sözle süsleyeyim diyordum...''İsmini vermeyeyim, bir tarihçimizin anılarını okumuştum. Orada çok güzel sözler vardı, aktarayım mı?''
Her zamanki tebessüm vardı yüzünde...''Tatlı yalatmayı bırak da söyle!''
''Peki söylüyorum Erdem, sıkı dur!''
''Canım bir yere kaçtığımız yok, bak sandalyeye de dayanmışım ya!''
''Söylüyorum...'Başkalarının hayatından dersler çıkarın, zira insan bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor'...''
Belli ki çok hoşuna gitmişti Erdem'in...Bir ufuk turu niteliğindeki şu soruyu soruyordu bana: ''Bu sözü 25 yaşında duymuş olsaydın davranış tarzın nasıl olurdu? Hiç sorguladın mı? Ben çok hatalar yaptım da!''
Gülüyordum...''Keşke o zaman duymuş olsaydım bu sözü...Erdem işte itiraf ediyorum, yirmili, hatta otuzlu yaşlarda öyle hatalar yapmışım ki bugün hatırlayınca esef ediyorum, kendi kendime soruyorum, ben bu hatayı nasıl yapmışım diye...En çok da hangi konularda hata yaptım biliyor musun?''
''Hangi konularda?''
''Bir aferine kırk tas su içmek derler ya...Yani birilerinin sözcüsü olmuşum, önde giden kahraman rolünü oynamışım...Kısaca paspas olmak derler ya...Bir de arkama bakmışım ki kimse yok! Yani iyot gibi açığa çıkmışımdır!''
Gülüyor...''Yani Timur'un filleri meselesi!''
''Hay ağzına sağlık, aynen öyle...Hani Timur'un filleri Akşehir'de tarla çayır bırakmaz olmuş. Köylüler dertli, habire dert yanıyorlar. Nasreddin Hoca da 'haydi toplanın gidip Timur'a analatalım bu mağduriyeti. Bu fillere belki bir çare bulur demiş. Ve önde Hoca, arkada köylüler. Timur'un huzuruna varınca Nasreddin Hoca arkasına bir dönüyor ki kimse yok. Şaşırıyor elbette..Timur hiddetle soruyor...'Ne var Hoca?' Eee Hoca'nın dizlerinin bağı çözülüyor elbette...'Hünkarım, köylüler der ki zatı şahaneleri biraz daha fil getirsin, biz besleriz'...''
Erdem omuzuma dokunuyor...''Bundan daha güzel örnek olmazdı!''
''Sana bir şey söyleyeyim mi, işte itiraf ediyorum...Şimdiye kadar başıma ne kadar sıkıntı geldiyse he başkalarının öncüsü olduğum içindir. Yani kendimi düşünmeden onların çıkarını savunmuşumdur, ama arkamı döndüğümde o sıkıntılı günlerimde kimseyi görmemişimdir.''
Erdem başı ile onaylıyor...''Bizim oralarda derler ki akıl ay bacayı savuştuktan sonra geliyor, ama ne çare!''
O sırada cep telefonum çalıyor...''Hocam hastanın anestezisi yapıldı, bekliyoruz, nerdesiniz?''
Ve hemen kalkıp ameliyathaneye yöneliyorum...O sözü çok severim:
''İyi ve kaliteli insanlar ile oturup kalkın. Yalancı, vicdansız, kıskanç, cahil, cimri, sürekli olarak geçmişi ile ilgili boş hikaye anlatanlardan, egosu yüksek ve her şeye olumsuz bakan kişilerden uzak durun! Merhametszi ve sevgisiz insanlara sevginizi de, zamanınızı da heba etmeyin!''
Ama ben ne boş hikaye anlatıyorum, ne de egom yüksek...Sadece hayatın fotoğrafını çekmek istedim...