O gün poliklinikte muayene ettiğim o hastam ile de zaten senelerdir tanışmaktaydım. O kalbi dost hastamın yeğeni olduğunu bildiğim için bir sorayım diyordum. Zira epeydir haberleşemiyorduk o hastamla... ''Mustafa abiyi epeydir arıyorum, ama bir türlü ulaşamıyorum. Her zaman dönüş yapardı...Yoksa!''

            Ve boş gözlerle bana bakıyordu yeğeni... Yutkunuyordu... ''Amcamı altı ay önce ahirete yolcu ettik!''

            Şaşırmıştım, gerçi yaşı da seksenin üzerindeydi, elbette ''gençler ara sıra, yaşlılar sıra sıra '' şeklindeki özdeyişi de unutmuş değildim. O şarkıyı çok severim...

            ''Hatıralar sarmış dört bir yanımı...'' Ben de senelerdir bu şehirde birçok kalbi dost edinmişimdir ve bunlardan bir kısmı ile aramızda bir gönül köprüsü oluşmuştur. Ben böylelerine ''iz bırakan insan'' derim.

            ''Elden vefa, zehirden şifa bekleme'' demişler, ama bu söz bütün ''el'' için geçerli değildir elbette. Öyle ''el'' ile karşılaşırsınız ki aranızda kalbi bir dostluk, bir köprü oluşur ve siz bunun farkına bile varmazsınız. Mustafa bey bir süre sonra benim için ''Mustafa abi'' oluyordu ve hatta kendisine ''muhterem'' diye hitap etmeye başlamıştım. O da bu hitap şeklini çok benimsemiş olacak ki bana ''muhterem'' ile başlayan cümleler kurardı.

            Yalova'ya yeni geldiğimiz yıllardı. Hani evde çivi, tahta, testere işleri olur ya...Birgün bana da bir keser gerekiyordu. Bir ''hırdavatçı dükkanı'' bulmuştum ve o dükkana gitmiştim. İçeride çok müşteri vardı ve beş cümle kuruyorsam o isteksizce belk de bir cevap verebiliyordu. Neyse, bir keser almıştım ve dönerken yolda şöyle düşünmeden edememiştim...''Ne kadar semtsiz, gülmez ve antipatik adam! Konuşmaya bile tenezzül etmiyor. Sert, nobran ve tok satıcı!'' Ama insanın böyle antipatik olabildiği zamanlar da olabiliyormuş demek ki... Onun kişiliği hakkında hemen ve acele ile karar vermek yanıltıcı labiliyormuş...

            Neyse birkaç sefer daha uğramıştım o o hırdavatçı dükkanına... Kimi zaman bir yapıştırıcı, kimi zaman çivi almaya gidiyordum. Aradan birkaç ay geçmişti ki birgün polikliniğe hasta olarak geliyordu. Ufak tefek haliyle karşımdaki koltuğa oturuyordu. Ben elbette kendisini hatırlamıştım....''Bizim antipatik hırdavatçı'' diye düşünmekteydim. O da bana aşinaydı ki şöyle diyordu: ''Hocam ben sizi bir yerden tanıyor gibiyim, ama çıkaramadım!''

            Tebessüm ediyordum... ''Dükkanınıza sık sık gelirim, hatta bir keser almıştım!''

            Ayağa kalkıyordu...''Kusura bakmayın, o gün başım çok kalabalıktı, kendinizi niye tanıtmadınız!'' Ben de ayağa kalkıyordum... ''Ne bileyim, ayıp olur diye kendimi tanıtmadım!''

            Ve prostat ile ilgili tetkikler yapıp tedavisini düzenliyordum. Kartını veriyordu... ''Muayenehaneniz varsa bundan sonra oraya geleyim'' diyordu.  Israr edince ben de kartvizitimi veriyordum... ''İyi iyi komşuymuşuz demek ki! Epey dünyalığımız var hamdolsun, bundan sonra muayenehanenize gelirim'' diyordu.

            Birgün arıyordu...''Bu cumartesi benim yan taraftaki Ekspres Köfte'de misafirimsin. Öğlede bir inegöl köftesi yiyelim!''

            ''Tamam'' diyordum ve o öğle yemeğinde sohbet ediyorduk. Dostluğumuz ilerlemişti... Arada bir dükkanına gidiyordum, çay kahve muhabbeti... Birgün muayenehaneme geliyordu... ''Bu sefer muayene olmak için gelmedim. Başında bir sıkıntı varmış duyduğuma... Bir densiz adam seni tehdit etmiş hastanede. Söyle de haddini bildirelim. Arkanda kapı gibi dururuz alimallah!''

            Şaşırmıştım...''Mustafa abi evet, tehdit edildim, ama ben gereğini yaptım. Teşekkür ederim de peki sen nerden duydun?''

            ''Bizim hemşeri Fevzi dedi, hatta adamın üzerine de yürümüş seni korumak için!''

            ''Evet abi, Fevzi abi birden cebinden bıçağını çıkarıp adamın üzerine yürümez mi! Ve ne dedi biliyor musun!''

            ''Ne dedi?''

            ''Ulan p...venk. Seni bana sayı ile mi verdiler. Sen bizim doktorumuzu nasıl tehdit edersin! Ben bu insanı senelerdir tanırım, dürüstlüğüne kefilim! Seni bıçaklayacağım!''

            ''Yaa! Adam beni hastasından 350 lira rüşvet almakla da itham etmişti!''

            ''Nasıl yani?''

            ''Bahsettiği bayan hastayı birgün önce başka bir bayan getirmişti, taş sancısı çekiyordu. Yatırmak istedim, ama yatmadı. Meğer o akşam bir özel hastaneye gidip yatıyor ve 350 lirayı da oraya harcıyor!''

            ''Eee?''

            ''Ertesi gün bu malum adam gelip önüme bir kağıt atıyordu resmen. 'Bursa Tıp'ta bir hocadan randevu aldım, sevk istiyorum' demez mi!''

            ''Yani al sepetten bir hıyar gibi!''

            ''Aynen öyle... Kayıt kuyut da yok. Sordum, bahsettiğim hastaymış. Ben de sevk edemeyeceğimi söyledim! Sanki randevu alırken bana sordular da... Keyfe keder!''

            ''Bela yani!''

            ''Aynen...Adeam ille de sevk istiyor. O arada adam demez mi 'utanmadan bir de 350 lira almışsın hastamdan.'... Şaşırmıştım, iftira atmıştı... Herkes de duymuştu!''

            Gözleri yaşarmıştı Mustafa abinin...''Sonra?''

            ''Neyse uzatmayalım, polisi çağırıyordum ve şikayetçi oluyordum... Karakola gidiyorduk. Beni tehdit edip kaaaplan kesilen o adam orada kediye dönmüştü adeta...Özür dileyip şikayetimi geri almamı istiyordu. Demez mi 'ben öyle demedim, o parayı o gece özel hastaneye ödemiş benim çalışanım olan o bayan hasta'...Yalana baksana!''

            ''Yani çevir kazı yanmasın!''

            ''Aynen öyle!''

            Ayağa kalkıyor... ''Cüssemiz ufak ama kolumuz uzundur, merak etme. Seni kimseye yedirmeyiz!''

            Duygulanmıştım elbette...Mustafa abi ile kalbi dostluğumuz ilerlemişti. Yine bir gün dükkanına gidiyordum. Baktım ki kapıda bir yazı: ''Karşıya taşındık!'' Ve karşıdaki, dükkanda buluyordum kendisini...''Burası da bizim fakirhane. Eski dükkanı yıkıp yerine işyeri yaptıracağım!''

            ''Abi maşallah epey de dünyalığın varmış'' dediğimde gülüyordu. Çay içiyoruz. Bir matkap ile testere lazım abi dediğimde ayağa kalkıyordu.

            ''Ne yapacaksın?''

            Söylediğimde itiraz ediyordu...''Sen beceremezsin, yarın gelip o işleri yaparım. Niye biz ölmüş müyüz!'' Ve gelip evin tamirat işlerini yapıyordu. Daha sonra da kendisine bir ameliyat yapıyordum. Mustafa abi ile o kadar hatıramız var ki... Mekanı cennet olsun...

            O şiir faniliği ne güzel anlatıyor...

            ''Kimisinin üzerinde biter otlar,

            Kiminin başında sıra serviler,

             Kimi masum, kimi güzel yiğitler

             Ne söylerler, ne bir haber verirler.''