Öte yandan Anadolu’yu paylaşan ve işgal eden Avrupa ülkeleriydi. Kurtuluş savaşı sonrası Lozan’da bencilce hareket eden, olmadık zorluklar çıkaran aynı ülkelerdi. Bu çelişki Mustafa Kemal’e sorulduğunda şu yanıtı vermiştir:
“Biz Batının bilimine, sanatına, teknolojisine, özgürlüğüne, hayat düzeyine yani uygarlığına saygılıyız. Uygarlık şu anda Batıda olduğu için onu örnek almalıyız diyorum. Ama Batının bir de çirkin yüzü var.
Emperyalizm. Biz öteden beri Batı Emperyalizmine ve militarizmine karşıyız. Bencil denilen o diplomatlar Batı uygarlığını değil, Batının emperyalist, militarist yanının çirkin yüzünün temsilcileri.”
“Bir daha ezilmemek, sömürülmemek, yenilmemek, parçalanmamak, ikinci sınıf bir millet muamelesi görmemek, saygın bir devlet olmak için yapmamız gereken iki şey var. Batının çirkin yüzünü bilip ona göre davranacağız, yani aldanmayacağız. Batı uygarlığını oluşturan özelliklere de sahip olmaya çalışacağız.”
“O özelliklerin bir kısmına sahip olmak yetmez. Tanzimattan bu yana bu yol denendi. Olmadı, çünkü uygarlık bir bütündür. Bunun gereğini yapacak cesareti gösteremediğimiz için durduk, geriledik, çöktük, dayak üstüne dayak yedik, hak etmediğimiz kaba muamelelere uğradık.”
Batılılaşma hareketi 1950 yılına kadar devrimlerle birlikte Atatürk’ün işaret ettiği doğrultuda süre geldi. Dışarıdan yardım ve borç alınmadı. Aksine Osmanlının borçları ödendi. İkinci Dünya Savaşı boyunca tüm baskılara karşın tarafsız kalındı ve savaşa son ana kadar fiilen girilmedi.
Uygarlık yolundaki gelişme eldeki olanaklara göre çok hızlı olmuyordu. Ancak batının çirkin yüzüne emperyalist emellerine teslim olmadan, özgürlükten vazgeçmeden sağlam adımlarla ilerliyordu.
1950 deki iktidar değişikliği ile birlikte bazı alanlarda hareketlenme başladı. Marshall yardımı altında Amerika’nın verdiği paralar aslında borç idi… plansız, programsız yapılan yatırımlardan çıkar sağlayan bazı kesimlerin yaşam düzeylerinde gözle görülür farklılıklar yarattı.
Kore’de verilen yüzlerce şehit karşılığı NATO’ya alınmakla Batının militarist yüzünün etkisi altına girdik. Şeklen batılılaşırken siyasi ve ekonomik bağımsızlığımızdan ödünler vermeye başladık. Batının ikinci çirkin yüzünü görmezden geldik. Adeta Tanzimat dönemindeki batılılaşmanın bir tekrarı yaşanıyordu. Sonraki yıllarda öyle noktalara geldik ki, ülke yetmiş sente muhtaç oldu. Ekonomi uçurumun kenarına kadar geldi. Amerika’dan gönderilen bir uzmanın, IMF denilen kuruluşun gözetimindeki reçeteleri sayesinde kendimizi toparlayabildik.
Bugün batılılaşmanın neresindeyiz? Bir ara çıkarılan uyum yasalarıyla Avrupa birliğine girme heyecanı yaşarken bugün hala kapıda isteksizce “acaba alırlar mı?” diye beklemekteyiz. Saygın bir devlet olmaktan uzak ikinci sınıf bir millet muamelesi görmekteyiz.
Ulusal değerlerimiz ve kurumlarımız, özelleştirme adı altında yabancı sermayenin eline geçmiş bulunmakta. Tarım alanında, dışa bağımlılık artmış, ulusal ürünlerimiz başta pamuk olmak üzere tütün, şeker pancarı ihraç edilirken ithal edilir duruma gelmiştir.
Sanayimiz ulusallıktan uzak, kendi teknolojisini geliştiremeyen, AR-GE ye önem vermeyen, yabancı markaların lisansları altında üretim yapan bir montaj sanayi.
Kültür ve sanatta uluslar arası düzeyde birkaç ismin dışında, ne müzik, ne resim, ne de heykel dallarında sanatçımız var. Sanatçı olarak adlandırılanlar ise yaratıcılıktan habersiz arabesk ve pop kültürün pazarlamacıları.
Kılık kıyafette batı ölçüleri dışında yaratılan tesettür modası insanları farklılaştırdı. Böylece hem şeklen hem dünya görüşü olarak batıdan uzaklaştık ve uzaklaşıyoruz. Bunun yanında Batının çirkin yüzüne, emperyalist ve militarist emellerine teslim olmaya devam ediyoruz.