Birinci Dünya Savaşı’nın en mutsuz günleriydi... İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u ele geçirmek ve savaşın gidişatını lehlerine çevirmek istiyorlardı. Bu sebeple de donanmalarının büyük bir kısmını Çanakkale Boğazı dışında toplamışlardı.
Önce, sadece gemilerini boğazlardan geçirmeyi düşündüler. 18 Mart 1915 günü yaptıkları deniz geçiş harekâtı başarılı olamadı. Bu sefer, kıyıya çıkaracakları birliklerle Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirmeyi müteakiben donanmanın boğazdan geçmesini planladılar. 25 Nisan 1915 günü başlayan bu harekât da başarıya ulaşamadı. Çatışma siper muharebelerine döndü.
Nihayet, 8/9 Ocak 1916 gecesi, son askerlerini de gizlice çekerek Çanakkale Boğazı’ndan uzaklaştılar.
Bugün, Gelibolu Yarımadası’na ayak bastığınızda, gökleri, denizleri ve tepeleri kaplayan görkemli bir sesin, ruhunuzu titrettiğini ve tüm benliğinizi doldurduğunu hissedersiniz. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in sesidir bu:
“ Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimize yeni kuvvetler ve yeni kumandanlar gelebilir. Bize verilen bu namus görevini yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur.”
İşte Çanakkale Zaferi budur. Zaferi yaratan inanç da, bu görkemli emrin her geçen gün daha yücelen anlamında sembolleşmiş, sonsuzlaşmıştır.
Bu vesileyle Çanakkale Muharebeleri’ nde hayatlarını ülkeleri için feda etmekten kaçınmayan tüm şehit ve gazilerimizi başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere saygı ve rahmetle anıyorum.
Çanakkale Muharebeleri’ nin Avustralya ve Yeni Zelandalıların siyasî tarihinde özel bir yeri vardır.
O tarihte Avustralya bir İngiliz dominyonu idi.
Birinci Dünya Savaşı’nın başında İngiltere, Almanya’ya karşı savaşırken, dominyonlar yasasına göre, Avustralya ve Yeni Zelanda meclisleri, isterlerse tarafsız kalabilirlerdi. Fakat hararetle yardıma koştular. Gönüllüler celp ve konak amirliklerine aktı. Gönüllülerin yüzde doksanı bekâr erkeklerdi. Kendilerine büyük bir serüven olanağı sağlayacağına inandıkları böyle bir görevden uzak kalmamak için, birbiriyle yarışan gönüllüler arasında, yaşlarını büyüterek kadroda yer almaya çalışanlar olduğu gibi, yüksek eğitim görmüş aydınlardan da rütbesiz er olarak hizmet kabul edenlerin bulunuşu bu ilginin açık kanıtları idi.
Bu insanlar, Türkler’ e karşı dövüşmek üzere gönüllü yazıldılar ama değil Gelibolu’nun, Türkiye’nin nerede olduğunu bile bilmiyorlardı. O senelerde bunu bilmelerine olanak yoktu. Zira karnı doyurulup, sırtına süslü elbiseler giydirilen bu insanlar, efendileri İngiltere’ye kendilerini adamışlardı.
Aldatıldıklarından habersiz olan Anzaklar’ a, “ Niçin savaşıyorsunuz? “ diye sorulduğunda; “ İngilizler bizim kardeşimiz. Dilimiz, kültürümüz birdir” diyorlardı.
Çanakkale’de savaşmış bir ANZAK olan Lord Casey, şunları söylüyor:
“ Bizler o yarımadada kahraman Türk Milleti’ne duyduğumuz takdirle ayrılmışızdır. ...Sonuç olarak belirtmek isterim ki, sizler kahraman olduğu kadar insan ve uygar bir milletin evlâtlarısınız.”
Bu sözler, Anzaklar’ ın Avrupa’nın ekonomik ve siyasî çıkarları uğruna aldatıldığı ve gerçeklerin bu insanlar tarafından Çanakkale Muharebeleri’ nde anlaşıldığı savını da ispatlamaktadır.
O tarihlerde Avustralya, 6 eyaletten oluşan bir federasyondu. Çanakkale Muharebeleri’ nde, daha önce birbirine yabancı gibi duran federe eyaletlerin askerleri birbirleriyle kaynaştı. Çanakkale Muharebeleri’ nden sonra da Avustralyalılar bir millet ve tek devlet oldukları bilincine ulaştılar.
İşte bu nedenle Avustralyalılar, kara muharebelerinin başladığı 25 Nisan’ı “ANZAC DAY” (Anzak Günü) adı altında millî bir bayram olarak kutlamaya başladılar. [ANZAK (ANZAC): Australia- New Zeland- Army- Corp kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir deyimdir. Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu anlamında kullanılmıştır.]
Yine aynı nedenledir ki, Çanakkale Muharebeleri’ ne katılan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar, her yıl 25 Nisan’da Gelibolu’yu ziyaret etmekte ve törenlere katılmaktadırlar.
1985 yılında Türkiye ile Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetleri arasında varılan bir anlaşma gereğince, Anzakların çıktığı Arıburnu Koyu’na “Anzak Koyu” (ANZAC COVE) adı verildi ve Atatürk’ün 1934 yılında söylediği şu sözlerin yazılı olduğu bir kitabe dikildi.
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar:
Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar; Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
Avrupa devletleri arasındaki ekonomik ve siyasî çıkarlar Birinci Dünya Savaşı’nda daha zayıf ırkların sırtından çözüme bağlanmak istenmiştir. Çanakkale Muharebeleri’ nde Osmanlı ordusu müttefiklerinden daha çok kayıplara uğradı. Ancak bu büyük zafer, çökmekte olan yıpranmış bir imparatorluğun içinden dinç ve güçlü Türk Milleti’nin varlığını ortaya koyması yönünden ayrı bir değer kazandığı gibi dominyon halklarına ve Anzaklar’a, kendilerinin bir sömürge insanı değil, millî bir karakter taşıyan insanlar oldukları duygusunu da kazandırmıştır.
(NOT: Gelibolu’da 25 Nisan’da yapılan Şafak Ayini için binlerce kilometre uzaktan gelen on binlerce ANZAC torunundan ders alması gerekenler de var ama onlar bu yazının konusu değil!)