Yalova Gazetesi’nin genç patronu Uğur Tezcan’ın talebi üzerine yazılarıma başlıyorum. Yazılarımda partizan beklentilere karşılık bulamayacaksınız. Aslında kendi sorularıma aradığım cevapları kâh edebi kâh felsefi üslupta paylaşmaya gayret edeceğim.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım hem sormuş hem de sitem etmişti;
-Paylaşımlarında güncel siyasete hiç girmiyorsun. Neden? Türkiye ve dünyadaki siyaseti nasıl okuyorsun?
Ben de vereceğim cevabı sizlerle de paylaşmamın doğru olacağını düşündüm.
Öncelikli olarak sosyal medya üzerindeki paylaşımların çokça kör dövüşüne döndüğünü çünkü herkesin önüne sadece tuttuğu takımın haberleri düştüğünü, dijital çağda haber alma ve bilgilenmenin kolaylaştığı söylense de sonucun tam aksi olduğu yani çeşitliliğin daraldığı kanaatindeyim. Ve böylece fanatikleşmenin kitleselleştiğini gözlemliyorum.
Güncele en geniş perspektiften bakılmadıkça dar alanda paslaşmalardan doğru analiz yapılamayacağını ve sonuç çıkarılamayacağını zannediyorum. Kavganın büyüğünü, çatışmanın derinini kavramadıkça ‘cambaza bak’ aldatmacasıyla daha çok fanatikleştirilip kullanıma hazır hale getirildiğimize inanıyorum.
Bana göre fotoğrafın büyüğü şöyle;
-Yüz yıl evvel kapitalizm, paylaşım savaşları sürecinde üzerimize geldi, Osmanlı’yı yıktı, direndik, yeni bir devlet kurduk. Pes etmediler. Kapitalizmin özgün dinamiklerine uygun olarak hedefe ulaşmalarını zamana yaydılar. Yeni araçlar kullandılar. İstihbarat, siyaset ve askeri bürokrasi içine sızarak işbirlikçiler edindiler. Başardılar. Ve 1980’de ülkeyi sisteme entegre ettiler. Sonraki yıllar, arada bir dirensek de, mücadele etmeye kalksak de adım adım sistem içinde erimeye, teslim olmaya doğru gidişattan ibarettir.
2013’de bir şey oldu. Kapitalist sistem kendi içinde yol ayrımına geldi. Ulus devlet ile küresel sermayenin ayrışan stratejileri çatışmaya dönüştü. Türkiye gibi coğrafi, kültürel ve tarihi birikime sahip bir ülkenin hangi tarafta kalacağı önem kazandı. Bu yeni durum geleceğimiz için hem bir fırsat hem ciddi bir imkân hem de tehdit içeren büyük bir risktir.
O gün bugün ülkemize uygulanmak istenen baskılar, ambargolar, bölgesel çatışmalar tarafımızı belirlemek için yapılanlardan ibarettir. Daha doğrusu küresel sermayeyi temsil eden Çin ve paydaşı Avrupa tarafına meyletmemize karşın yaptırımlardır. Kısa vadede öngörülen, küresel sermayenin önüne Rusya-Türkiye ve İsrail hattında blok oluşturulmasıdır.
2013’den bu yana ülkemizde gerçekleşen olayları ve iç siyasetteki yapılanmaları bu perspektiften değerlendirince ‘cambaza bak!’ oyunuyla önümüze atılan gündemlerin üzerinde durmanın anlamsızlığı aşikâr oluveriyor.
Peki, ne olacak? Büyük çatışma bir dengeye oturana kadar, belirsizlik kalkana kadar zor ve sıkıntılı günler yaşamamız kaçınılmaz. Ama çok büyük hatalar yapmazsak, çıkan fırsatları heba etmezsek, yenidünya düzeni, Türkiye’ye geçmiş yüz yıla nazaran daha etkin ve önemli bir konum sunacaktır.
İç siyasetteki ayrışmalar da eski sıfatlar üzerinden değil, dünya ölçeğindeki bu iki taraftan hangisinin desteğini bulduğuna göre şekilleniyor. Veya böyle umut ediyorlar. Eskiden bir araya gelemeyeceği düşünülen elmalarla armutlar aynı cephede buluşuyorlar. Neden?
Ne oldu da otuz yıl sonra Karabağ geri alındı?
Otuz yıldır alt edemediğimizi zannettiğimiz pkk, nasıl birden yok oluyor?
Otuz yıl evvel Türklüğe soykırım yapmaya yeltenen Bulgaristan nasıl bir anda kankamız oluverdi?
Akdeniz’deki zenginlikler için ‘biz de varız!’ diyebilmeye nasıl cesaret gösteriyoruz?
Hiçbir köprüde yokken neden Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden tren geçecek?
Gezi olaylarında konu nasıl oldu da birden İstanbul Havaalanı’na geliverdi?
İlk defa ABD kaynaklı bir darbeyi nasıl engelleyebildik?
Gibi, gibi birçok soruya fotoğrafın büyüğüne bakınca kendimce daha tutarlı cevaplar verebiliyorum. “Her şeyin müsebbibi dış odaklardır.” gibi kolaycı bir anlayışta olduğum zannedilmesin. Elbette içerideki aktörlerin de etkisi mevcuttur; ama belirleyici ana güzergâh değil…
Ben gelecek adına umutluyum. Kısa vade değil belki ama bir tık sonra, belki yirmi otuz yıl gibi çok da uzun sayılamayacak bir süreç içinde, Türk milleti dünyanın önüne insanlığa hitap eden söylemiyle çıkacaktır. Entelektüel cephede yaşanan inanç ve fikir krizlerinin doğum sancıları olduğuna hissediyorum.
Tabii bütün bunlar benim bakış açım. Sevgiyle kalın.