Bayramların halka açık meydan konserleriyle kutlanması doğru mu? Evet veya hayır demek çok kestirme bir cevap olurdu.
Biraz derinlemesine bakmak lâzım konuya. Ama dilimizden düşmeyen “Nerede o eski bayramlar!” lafı da yadsınamaz bir gerçek. İster dini, ister milli olsun geçmişteki bütün bayramlara iç çekerek hasret duyuyoruz. Neden eski bayramlara karşı bir özlem var içimizde? Değişen nedir?
Bayramların dini anlamı, susarak Tanrı’nın sesini dinlemek ise milli anlamı da ‘bir’likte vatan sevdasını hissetmektir. Bayramın hakikati, gönül penceresinden kalp gözüyle kutsalı dinlerken susarak dinlenmedir. Susarak dinlemek, teslimiyet içinde dinlenmektir. Din-lemek ve din-lenmek dünyevi telaştan sıyrılmak için eylemektir. Hep birlikte susmak ve sessizlik insanı derinleştirir; derinleşmek dayanışmayı yoğunlaştırır; yoğunlaşma ile toplumsallık pekişir.
Etkinliklerde şekil itibarıyla dini ve milli değerlere ters düşen semboller, söylemler kullanılmadığı müddetçe bayramın anlamına rahatsızlık vermeyebilir. Ama bence problem, bayramın bir form olarak toplumsal etkisinin fark edilememesindedir.
Bayramlar dinlenmedir ama sadece yorgunluğu atmaya hizmet etmez. Manen huzur için bir fırsattır. Tanrı’yla mahrem yakınlık kurma fırsatıdır. Vatan sevdasını duyumsama imkânıdır. Çalışma, insanları yalnızlaştırıp tecrit etmektedir. Hayata tutunmak için çalışmaya mecburuz. Çalışmanın karşılığında dinlenme ihtiyacı hem yorgunluk atmak için hem de yalnızlaşmayı engellemek içindir. Bayram bir araya getirip birleştirme, toplumsallaşma günleridir. Ritüellerin döngüselliğinin temelinde, insanların düzenli olarak toplanma ihtiyacını hissetmesi yatar. Toplum kendinde sahip olduğu duyguyu toplanma koşulu altında canlandırabilir ancak. Yaşamın zorlukları toplanmaya ne kadar izin verir ki? İşte, ritüeller bu imkânı yaratır. Yaşamın yoğunluğu derinliğindedir.
Konserler toplanma ihtiyacını karşılamaz. Yığınların içinde yalnızlıktır konserler.
İnsan bir oyun halkası içinde yaşar. Oyunun formları vardır. Her form kendine içkin birçok norm’u yani kuralı dayatır. İnsan hayatının gidişatını hem oyunun kuralları hem de çevresindeki insanlarla olan etkileşimi belirler. Bayramlar da oyun içindeki formlardandır ve o kültürün anlam-değer dünyasını belirleyen normlar üretirler. Formların yani ritüel olarak bayramların tekrarı bu normları sabit ve sürekli hâle getirir. Tören olarak bayram, örf ve töre’nin sürekliliğini sağlar. Tören yoksa töre’de yoktur.
Eski bayramlara duyulan özlemin veya etkinliklere yapılan itirazı sebebi form olarak değişen bayramın toplumdaki olumsuz dönüşüme katkısıdır. Olumsuzluk toplumun atomize olmasıdır, ayrışmasıdır, dağılmasıdır. Olumsuz dönüşüm, bayramların saatlerce yol alarak deniz veya dağ tatili yapmaya evirilmesidir. Eğlencede yorulmaktır. Meydan konserlerinde kendinden geçmektir. İletişim baskısıyla şekil değiştiren zaman tüketimidir.
Tören tekrarı olandır. Tekrarsız tören, töre’nin sürekliliğinin yok olmasıdır. Sadece çalışmaktan yorulmuş bedenlere dinlenme veya eğlenme fırsatı veren bayram etkinliği kalabalıklar içinde yalnızlaşmaktır. Toplum kitleye dönüşür. Fert bireye…
Yalnızlaşmak güçsüzleşmektir. Kitleleşen yığının içinde birey yalnızdır. Yaşam yoğunluğunu kaybeder; sığlaşır. Sığlaştıkça çareyi her şeyi tüketmekte arar insan; zamanı, eşyayı ve kendini…
Un ufak edilen devletler ve yalnızlaşan birey neoliberalizmin başarısıdır. Günümüzde üretim ve tüketim zorlamasına tâbi zaman, bayramsız bir zamandır; yoksullaşan hayatı temsil eder. Hâlbuki yaşamın anlamı, insanın bayramda kendi kendisine yönelmesidir; toplumsallaşmasıdır.
Sonuç olarak, konserlerle form değiştiren bayramlar da artık sermayeye hizmet ediyor! Sermaye yeni efendidir. Köleliğe reddiye olması gereken dini ve milli bayramlar zıddına mı eviriliyor? Farkında olmadığımız bu günahta hangimizin payı yok ki? Sözde İslamcı siyaset, törenlere cephe açarken aslında kendi kutsalına saldırıyor; batıla alan açıyor ama farkında değil. Çok yazık!
Anlaşılan o ki özlemimiz kaybedilen toplumsallığa.